İnsanlar Uyurlar Ölünce Uyanırlar

Ruh ve Reenkarnasyon:
Ölümden sonra yok olan sadece bedendir. İnsanın içinde çürümeyen şey candır, ruhtur. O gelişmeye devam eder ve daha üst bir seviyeye ulaşır. Şöyle oluyor: önce cahil ölüyorsun, sonra öğrenci ölüyorsun, sonra yüksek lisans okumuş oluyorsun daha sonra bilim adamı veya toplumda yüksek kademede biri… Bu, ruhun yolculuğudur.

Ölüm sonrası hayat vardır! Ölenler aslında yaşamaya devam etmektedirler. Onlar aramızdadır, bizi seviyorlar ve hayatın ebedi gerçeklerine ulaşmamıza yardım etmeye çalışıyorlar. Bundan dolayı onlara, içtenlikle minnettar olmalıyız…

Ruh:
Ruh Semalardan bir güneş ışınıyla inip, cenine yerleşir. Henüz doğmamış olmasına rağmen artık o bağımsız yaşar.
Ruhlar bardaktaki su gibi saydam ve renksizdirler. Fakat onlar ışıldar, onlardan ışık yayılır. Aynı insanlar gibi davranırlar oturuyorlar, yürüyorlar, gülüp ağlıyorlar…

Bir adam ölmekte, fiziki sıkıntısının en yüksek noktasına eriştiği sırada, doktorun kendisinin öldüğünü söylediğini duyuyor. Sonra rahatsız edici bir vınlama veya vızlama işitiyor. Aniden kendisini fizik bedeninin dışında fakat eski fiziki çevresinde  buluyor ve vücudunu uzaktan seyirci gibi yatakta yatarken görüyor, konuşmaları duyuyor.

Bir süre sonra kendisini topluyor ve bu garip ortama alışıyor. Yine bir bedeni olduğunu fark ediyor ama bu geride bıraktığından çok farklı bir beden. Bu arada kendisini karşılamaya ve yardıma gelen insanlar görüyor, ölmüş olan akrabalarının ve arkadaşlarının ruhlarıdır bunlar. Ve daha önce hiç karşılaşmadığı  türde, sevecen, müşfik bir ruh, ışıktan bir varlık, önünde beliriyor.

Bu varlık, konuşmadan ondan hayatını değerlendirmesini istiyor ve ona hayatının en önemli olaylarını çabucak fakat geniş bir şekilde göstererek yardım ediyor. Sonra adam kendisini bir engelin veya bir sınırın önünde buluyor. Bu sınır, yaşadığımız dünyadan yeni dünyaya geçişin sınır eşiğidir.

O eşiği geçenler yepyeni ve insan havsalasının (kökeni hakkında merak edilenler) zor kabul edeceği bir mekana ve hayat biçimine adım atmaktadırlar.

Burası Ölümle gelen Yeni Hayatın mekanı; SPATYOM’dur.

Bu  eşiğin önünde olan insanların bazıları öbür tarafa geçerler ve bu dünya ile bir ölü olarak İlişkilerini kesip yeni bir beden içinde diğer tarafta “yaşamlarına” devam ederler. Bir diğer kısmı ise bazı sebepler yüzünden ölüm zamanları gelmediği için tekrar bu dünyadaki yaşamlarına dönerler. Bu dünyadaki görevleri bitmeyip tekrar geri dönmesi gerekenler, bunu öğrenince bu geri dönüşe karşı koyuyorlar. Çünkü ölümden sonraki bu hayat deneyi hoşlarına gidiyor ve geri dönmeyi istemiyorlar. Ama geri dönmek mecburiyetinde olup tekrar fiziki bedenleriyle birleşip  yaşamlarına devam ediyorlar.

Yasam ve Ölüm:
„ilk ve asıl olan ruhtur. Ruh, beyni yaratır, beyin ise Dünya’ya kozmik suyu gönderir ve böylece Evren’de canlı olan her şeyi yaratır. Bizim beynimiz bir mikroçipe benzer. Ana bilgisayardan (Kozmik Beyin’den) ayrı olarak düşünülemez, ancak onun bir parçası olarak bir fonksiyonu bir varlığı mümkün olabilir. İnsan sadece bildiği kadarını görebilir. Ve bilgisizliği o kadar üst seviyededir ki, ne kadar aciz olduğunu, aslında bir deney olduğunu idrak edemez.“

Ölümden kırk gün sonra ruhsal varlık geldiği yere geri döner ve 8 gün orda kalır. 9. günde başka bir bedende ilk çığlığımızı atarız. Fakat doğmadan hemen önce belleğimizi sıfırlarlar. Aynı şey hayvanlar için de geçerlidir. Fakat onlar bizden üstün formdadır. Örneğin yunuslar, balinalar bizden ileri seviyededir. Dünya üzerindeki en gelişmiş varlık formu ise okyanusların dibinde yaşar.

Her birimiz doğduğumuzda tüm genlerin varyasyonuna sahibiz. Yani aslında istediğimiz her şey olabiliriz. O potansiyel hepimizde var. Mesela güneş çocukları, indigo çocukları var. Onların farklı metapsişik güçleri vardır. Onlar nereye gittiğimizi gösteren gelecektir; mor renkte ışıldayan eski ruhlardır.

Diğer varlık formlarıyla insanoğlu uzun süredir ortaklaşa çalışmalar yürütür. Burada evrensel çekim kanununu bilen bazı gruplar bulunuyor ve de onu kullanabiliyorlar. Aslında buna hepimiz erişebiliriz.

Şunu bilin ki, Dünya’da herkes birbirinden en fazla 3-6 metre uzaklıktadır. Çünkü madde yoktur. Madde seraptan öte bir şey değildir. Ve böylece birbirimizle yan yana, iç içe aslında biz bir bütünüz. Evren’de hiçbir şey kaybolmaz. Ve ruh bir kontinyumdur, sürekliliktir. Bizim ölmediğimizin kanıtıdır, Ölüm sadece yeni başlangıca imkan sağlayan bir gülümsemedir. Kozmik Beynin bizi yarattığından ve mükemmeliyete doğru yol almamamıza özenerek yardım ettiğinden dolayı gurur duymalıyız.“


Gecis süreci:

İnsan ölünce, ruh agizdan cikiyor ve kendisinin cenazesini ve olup bitenin tamamini izliyor ama daha öldügünün farkinda varamiyor ve bazilari kabullenemiyor. Ruhsal varliklar öldükten sonra diger tarafa gecis yapabilmesi icin 8 günlük gecis süreci var 8 gün icerisinde gecis yapamaz ise, kapi kapaniyor ve 3. ve 4. Boyut arasinda ARAF ta „ASTRAL – boyut“ sıkışıp kaliyorlar. Orada 8 günlük süre dünya zamani ile belki 80 yilda olabilir, bizim zamanimizdan farkli isliyor. Araf ta hazir olan lara kapi acilip diger tarafa gecisi saglaniyor. Hazir olmayanlar orada bekletiliyor. Yada sikistigi icin gecisini yapamiyor. Yani dünyadaki Cehennem denilen yer ARAF tir yani ASTRAL boyuttur. Bu katmanda varliklara dünyadaki yaptiklari hatalar görüntülü olarak gösteriliyor, kendi hatalariyla yüzlestiriliyor ve hatalarini bulmalari saglaniyor. Bazen ruhsal varliklar buradan direk dünyaya yeniden bedenleniyorlar.
Gecis yapan Ruh 7 farkli renkten ve kattan olusan yere geliyor, 7. Kat en üst kademe, onlar en kidemli ruhlar ve istedikleri zaman dünyaya gelebilirler

Genç ruhların ışığı turuncu renktedir. Daha yaşlı olanların, eflatun. En yaşlılar ise koyu mor renkte ışıldarlar. Beyaz ve siyah ruhlar vardır. Siyahlar asla beyaza dönüşmezler. Hatta o kapkara renkleri solmaz bile. Cezaları ağırdır ve sonsuza dek sürer. Dünyada iken her birimizin ikişer ruhani öğretmeni vardır. Bu yol göstericiler görünmezdir ve karmaya müdahale etmelerine kesinlikle izin verilmez. Kaderi değiştiremezler, sadece bizi inceden yönlendirirler. Başka bir şey yapmalarına izin yoktur…

Cennet ve cehennem diye bir yer yoktur. Sadece çeşitli kademelerde eğitim vardır. Ölüm bir düzeltmedir.

Dünyadaki görevini tamamladığın zaman ya üst seviyeye çıkıyorsun ya da vazifeni tam olarak yerine getiremediysen aynı seviyede kalıyorsun. Dünyaya her yeni gelişimizde belleğimizi siliyorlar. Karma tarafından yazılan yeni kaderimizi yaşarken belleğimizi alıyorlar. Biz ailemizi kendi inisiyatifimizle seçiyoruz. Daha doğmadan evvel. Ve asla onlarla aynı seviyede olmuyoruz. Böylece kendi çocuklarımız ile de… Reenkarne olmaya en alt seviyeden başlıyoruz, bu süreç yaratıcı güçle birleşmemize kadar devam ediyor.


SPATYOM: Spatyom bir şuur halidir ve ruhun bedenden tam olarak ayrildiginda gittigi mekandir.

Bunun en basit şekli Dinler tarafından ileri sürülen şekliyle Cennet ve Cehennemdir, fakat bu artık  insanları tatmin etmemektedir içinde zebanilerin ve alevlerin yer aldığı bir cehennem ile Hurilerin insana her istediğini sunduğu (kevser şarabı) cennetin ve orada yaşayanların yan gelip yattığı bir yer yoktur.

İnsanın ruhu bedeninden ayrıldığı zaman yinede onu bedenine bağlayan Gümüş kordon dediğimiz bir bağ vardır bu bağ koptuğu anda insan dönüşü olmayan bir yola girmiş demektir.

Bir ruhun dünyadaki yaşamı ne kadar görgü ve bilgi dolu  tecrübeleri de fazla ise  onun bu mekandaki (spatyom daki) hayatı da o kadar verimli güzel ve faydalı olur. Ruhlar arada bir kendilerinde eksiklikler gördükleri takdirde o şeyleri tamamlamak için buradaki hayatlarına ara verip dünya yüzüne  inerler ve orada gerekli araştırma ve çalışmalarda bulunup tekrar buraya çıkarlar.

Varlık (yani ölen insanın ruhu) öte aleme geçtiğinde  genellikle ilk zamanlarda dünyadaki yaşamından getirdiği en kuvvetli hatıralar ve isteklerin kendiliğinden ortaya çıkıp hassas spatyom maddesiyle şekiller haline gelerek  kendini kuşattığını görür. İyi huylu ve bilgi dolu kişilikli insanların etraflarını bu iyilik ve güzellik resimleri ve hayalleri sarar ve bir  cennet halini alır.  Kötülük dolu insanlarda bunun tersi olur ve etraflarını korku dolu izlenimler sarar ve bir cehennem halini alır. Böylelikle dinlerde belirtildiği gibi insan cenneti ve cehennemi kendi benliğinin iyi veya  kötü duygularla dolu olmasına bağlı olarak  kendisi yaratır. Zira Spatyom da her şey imajinatif (Hayali) bir ortamda meydana geldiğinden yani her şey form olduğundan bu hayaller orada objektif  şeyler haline geçtikleri için  öte alemde bir tür objektif mekan haline gelmektedir.

Bütün bu ifadelerden anlaşıldığına göre  spatyom daki bir ruh başka bir boyuttaki aleme geçince bu üç boyutlu alem içinde dünyayla objektif ve sübjektif ilişkilerine devam edecektir. Biran gelecektir ki  ruhun üç boyutlu alandaki çalışmaları En üst seviyesine yükselir ve artık onun bu  boyuttan alabileceği veya bu boyutta katkıda bulunabileceği bir  şey kalmaz İşte o zaman ruh hiçbir şekilde tahmin ve tasavvur  edemeyeceğimiz çok değişik bir Platform olan diğer bir boyutta geçer.  Artık bizim dünyamıza  reenkarnasyonu söz konusu değildir.  O halde yapılan tasnifte bir üst seviyeyi dördüncü aşama Denilen bu alem teşkil etmektedir. Bu dört aşamalı Spatyom  tasvirini bitirmeden evvel bir kere daha kısaca her aşamayı orada ikamet eden ruhların bize gönderdikleri tebliğlere göre belirgin niteliklerini inceleyip sınıflandıralım.:

Bilinçsizlik ve uyuşukluk hali. Bu sürede ki ruhlar kendi düşüncelerine yabancı olan bu ortamda arka arkaya gelen genelde tatsız hadiseler  karşısında şaşkın bir hal içinde izleyip uyum saplamaya çalışırlar. Bu aşama bir geçiş aşamasıdır. Burada Varlıklar bir çok objeyi ve durumu meydana getirirler fakat kendilerinin onları yaratıklarını anlamazlar  tedirgin ve korkulu  bir halde sinerler. Bu devrede geçecek Hayatın süresini hiçbir ruh bilemez ve tayin edemez bizim  zaman ölçülerine göre  pek kısa söz gelişi  birkaç saat olan zaman onlara asırlar kadar uzun gelebilir. Ruh kendi bilgisinin dışında vicdanından koparak teşkil olunan cennet cehennem burasıdır.

Burası şuurlu bir hayal  yaratma alemidir.

Kendileri veya başkaları tarafından yapılan işlerin sebep ve oluşumlarını araştırmaya ve böylece kainatı idare eden  Büyük Varlığa  yaklaşama yoluna girmiş olurlar. Burada  daha çok bir düşünce –hadiselerin oluşum ve neticelerini sentez ve analiz etme  Hayatıdır. Buradaki düşünce hayatı dediğimiz yaşam şekli son derece verimli ve dolu bir  anlar silsilesidir. Burada Ruh asırlar ve evreler boyu defalarca geçirmiş olduğu hayatının dönemlerini peş peşe inceler ve onları analiz ederek sonuçlar çıkarır. Acaba bu Evre ruh hayatının son aşaması mıdır ?

Muhakkak  hayır  zira mantığımızın son aşamasını meydana getiren bu evreden sonra varlıkların nasıl bir yere geçtiklerini anlamakta tamamen  aciz bulunmaktayız ancak bu yüksek evreye intikal etmiş varlıkların  bize gönderdiklerin Tebliğlerin tetkikinden bazı bilgiler elde edebiliyoruz. Bu Aleme dört boyutlu alem denmektedir.

Spatyom, bedenden kesin olarak ayrılan ruhun gittiği bir mekandır. Ahiret, öte dünya, öte alem ya da ruhlar evreni de denen bu yer, ruhun imajinasyonuna ve serbest düşüncesine göre en uygun formları oluşturacak bir yapıdadır. Spatyom mekanı, fizik alemimizin hem içinde, hem de dışındadır. Yani insan bir yönüyle spatyomun yüzeyi ile temasta, diğer yönüyle de fizik alemin içindedir. Bunlar birbirinin içine girmiş sınırı belli olmayan iki ayrı alemdir. Spatyomun da maddesi ve atomu vardır, ama, fizik madde ve atomdan farklıdır. Fizik dünyamıza oranla daha yüksek ve ince tertipteki maddelerden oluşmuş bir madde alemidir. Spatyomdaki planları ve düzenleri gözlemleyen bir insan, oradaki eşyanın geçirgen nitelikte olduğunu, daha parlak, daha ışıklı durumda bulunduğunu görür. Spatyom alemi, Dünyamızın fizik araç ve ışıklı durumda bulunduğunu görür. Spatyom alemi, Dünyamızın fizik araç ve gereçleriyle keşfedilemez. Fakat o alemi insanın, kendi kişisel deneyimleriyle tanıması mümkündür.

Aslında spatyom bir şuur halidir. İnsan, ya farkına varmadan ya da belirli yöntemleri kullanarak, bu şuur halini yaşayıp, spatyomdan izlenimler edinebilir. İnsan ölüm olayı ile, bedene bağlı şuur halinden çıkıp, daha farklı bir şuur haline geçer.

Bir ruh varlığı, sonsuz olan evrende tekamülü için kendisine tanınmış her imkanı kullanır. Bütün mesele, varlığın giderek bilgisini arttırması, kendini ve çevresini bilmesidir. Böylece maddeye hakim olarak, hem onu, hem kendini geliştirir. İşte bu amaçla insan, spatyom ile dünya realitesi arasında gider, gelir. Hiç şüphesiz spatyomun üst kademeleri de son durak değildir. Tekamül yolculuğu sonsuz evrende sürer, gider.

Ölümden sonra spatyoma geçen ruh varlığı, bu mekanda, tekamül derecesine göre yerini alır. Bunu, varlığın içinde bulunduğu şuur alanı, dolayısıyla yaymış olduğu titreşim veya ışınım gücü tayin eder.

İnsan zihni sınıflandırma yapmaya alışık olduğundan, daha rahat anlaşılabilmesi için spatyom hayatını, kabaca üç devre halinde incelemek mümkündür.

a) Kendiliğinden (otomatik) imajinasyon devresi.

b) Şuurlu imajinasyon devresi

c) Yüksek şuur devresi.

Şunu söylemek gerekir ki, bu devreler birbirinden kesin çizgilerle ayrılmış değildir. Birinden diğerine çok yumuşak ve uyumlu geçişler vardır. Sayısız nüanslarla spatyom alemi sonsuzluğa doğru uzanıp gider.

a) Kendiliğinden imajinasyon devresi:

Spatyoma geçmek üzere olan bir insanda beynin baskısı ve bu baskı nedeniyle dünya maddelerine bağlı tüm kayıtlar yavaş yavaş ortadan kalkmaya başlar. Varlık, ne kadar ileri tekamül seviyesine sahipse, bu bağlar o kadar çabuk çözülür. Dünyada iken vicdani duygularını bastıran maddi bağlar bu yeni ortamda ortadan kalk-tıkça, insan, içtenlikle kendi iç duygularına kavuşur ve dış alemi unutur. Bu sırada, ruhun bütün iç duyguları, objektif birer varlık halinde şekillenerek onu kuşatır. Bunun sonucu olarak ruh, aşağı yukarı rüyada olduğu gibi, iradesi dışında meydana gelen olaylar içinde, genellikle, yarı şuurlu bir halde yaşamaya başlar.

Spatyoma geçmiş bir insanın imajinasyon yeteneği, dünya’daki durumuna göre çok artmıştır. Ama bu safhada ruh, irade ve imajinasyon faaliyetinin hemen hemen farkında değildir. Spatyomda serbestliğe kavuşan duygu ve eğilimler, hiç çaba harcamadan imajinasyon süreciyle canlanır ve ruh varlığı için gerçekmiş gibi görünür.

Ruhların, bedeni bıraktıktan sonra hemen girdikleri bu safha bir çeşit şuursuzluk ve teşevvüş (şaşkınlık) safhasıdır. Bu merhalede bulunan ruhlar, kendi görüşlerine uygun gelmeyen yabancı bir ortamın içinde birbirini takipeden, genellikle tatsız olayların ve sürprizlerin karşısında şaşkın ve karışık bir ruh hali içindedirler. Etraflarında olup biten şeyleri yalan yanlış tefsir etmeye çalışırken, onların nasıl meydana geldiğini bilmezler. Buradaki varlıklar birçok şey meydana getirirler, fakat karşılarında bulunan bu objelerin kendi imajinasyonlarının ürünü olduğunu bilmezler. Burada yaşadıkları hayat tamamiyle kendi imajinasyonlarının yarattığı hayattır.

Bu hayat bazen ıstıraplı bazen de huzurlu olabilir. Dolayısıyla ruhun spatyomda çekeceği ıstıraplar, otomatik imajinasyonun ürünüdür.

Örneğin, bir katil, öldürme sahnesinin bütün izlenimlerini ruhunda taşımaktadır. Bedenle olan ilişkisi kesilip spatyoma geçince

korku, hiddet, acıma ve pişmanlık gibi duygular bütün canlılığı ile ortaya çıkar ve vicdanın yönlendirmesi ile objektif imajlar halinde ruhu kuşatır. Çok çeşitli, ama aynı konuyla ilgili monoton imajların devamı, katilin ruhu için en büyük işkencedir. Onun bu imajlardan kaçıp kurtulması mümkün değildir. Ruh, bu halin ne kadar sürdüğünü bilemez. Çünkü zaman anlayışı da spatyomda değişime uğramıştır. Bu sahneler, kati-lin ruhundan bu imajlara neden olan duygu ve eğilimler kaybolana kadar devam eder. Geçen süre, ruh için sonsuzluk gibi uzun olabilir. Çünkü spatyomdaki zaman kavramı bizdekinden çok farklıdır. Varlık, asırlardır ıstırap çektiğini ifade edebilir. Bu hal cehennemde bulunmak demektir. Varlık, ıstırabı bütün benliği ile hisseder, ta ki, uyanıncaya kadar. Bu hali yaşamış olan bir varlıktan alınan bir tebliğe göz atalım:

“…Bıktım yarabbi, bıktım. Bu karanlık dehliz ve ucundaki karanlık mahzen.. mahzen değil, daha doğrusu bir mezar. İşte benim asırlardır hayatım bu. Allahım beni ne zaman buradan kurtaracaksın? Ne tarafa baksam, önümde toprak bir duvar beliriyor.

Benim bildiğim odaların dört duvarı olurdu, burası hep duvar.. Ne tarafa dönsem, o uğursuz duvar karşıma dikiliyor. Toprak… Kapkara bir toprak… Bir karanlık mahzenin karanlık toprağı. Yerin dibi bu kadar derin olmaz ki… Bu dünyanın dibi değil, dünya

bu kadar derin olamaz. Karanlık toprak üstünde, salyalarını akıtmış böceklerin fosforlu izleri.. Hareketli fosforlu böcekler, oradan buradan pırıldayıp bana bakıyorlar. Hoş, asırlardan beri bana dokunmadılar ama, bu ne işkence yarabbi. (Oysa varlık üç ay önce ölmüştü.) Burada asırlardan beri duruyorum da, sıhhatimi hiç kaybetmedim. Off… Nuriye gene karşıma çıkma… Oyuk gözlerinle bana öyle bakma. Bu oyuk gözlü kadın kellesinden beni kurtar yarabbi. Off… hiçbir bir çift canlı göz, bu oyuk gözlü çehrenin gözleri kadar bana acı ve alaycı bakamaz. Allahım, Allahım.”

İlk devredeki teşevvüş (şaşkınlık hali) bazen hoş, eğlendirici ve rahatlatıcı da olabilir. Böylesi bir imajinatif ortam ise, cennet gibidir.

Varlığın arzu ettiği her şey anında gerçekleşir. Her şey huzur vericidir. Böylesi bir şaşkınlık içinde bulunan diğer bir varlıktan alınan tebliğ de, şöyle:

“Gökyüzü, dal ve yaprak… yer ot ve toprak… Sağım ağaç, solum ağaç. Ah .. isimlerini bilmem ki… Fakat ne zararı var? Onlar da benim ismimi bilmezler… Ama,iç bağlarla bağlıyız birbirimize biz. Ben ağaçları çok severim… ötedenberi. Ey ağaçlar, sizden olmak istiyorum. Siz olmak istiyorum… Koca gövdelerinize sarılmak, yıllarca orda kalmak istiyorum… Damarlarımdaki kanı size vermek, parmaklarımla dal olmak, ayaklarımdan kök salmak istiyorum. Siz olmak istiyorum. Civarımdaki ağaçlar alt dallarını indirip sırtımı sıvazlıyorlar… ve sanki bana, yürü, yürü, yolun açık olsun diyorlar. Yürüyorum… hep yürüyorum… Daima ileriye… Aaa bütün ağaçlar, çalılar kuş dolu .. ne güzel renkleri var.. ne güzel ötüşleri var.. Yolumdaki otlar, çimenler ne yeşil.. Akşam da neredeyse olacak. Gel kuşum şu ağacın altına uzanalım seninle. Seni yavaşçacık göğsümün üstüne oturtayım. Böyle bir ortamda uykuya dalmak için insana deli derlerdi… Ben ağaçları, hayvanları, kuşları severim diye bana da deli dediler, veli dediler. Ohh.. ne rahat, ne huzurla başlayan bir uyku başlangıcı Allahım, sana çok şükür..”

Dünyada yaşarken işlenen eylemler vicdani ölçüler içinde değilse, spatyoma geçildiğinde, şaşkınlık (teşevvüş) içinde bir cehennem yaşanır. Aksine, vicdani ölçülerimize göre yaşamışsak, spatyomdaki ilk şaşkınlık halini cennette geçirmiş oluruz. İnsan yeryüzündeyken bile olumsuz ve nefsani davranışlarını hatırladığı zaman sıkıntı hisseder. Ama birçoğunu örterek kendimizi rahatlatırız. Oysa spatyomda gizleme, örtme mekanizması olmadığı için, duygu ve düşüncelerimiz apaçık ortadadır. Algılama gücünün de dünyaya göre çok yüksek olduğunu hatırlayacak olursak, dünyadaki hatalarımızın spatyomda bize ne kadar sıkıntı vereceği açıktır.

Bununla beraber dünya insanının hatasız olmasına imkan yoktur. Ama, mümkün olduğu kadar kendimizi kontrol ederek, makul vicdanlı davranarak, faydalı ve maksatlı eylemler yaparak, hatalarımızın daha yeryüzündeyken farkına varıp, onları düzeltme yoluna gidebiliriz. Hiç şüphesiz böylesi bir yaşam, teşevvüş (şaşkınlık) devremizi kısa sürede atlatmamıza yardımcı olacaktır.

Şaşkınlık devri, her insan için ayrı olan, sonsuz değişik özellikler gösterir. Yani, herkesin cennet ve cehennemi kendisine göredir. Demek ki, spatyomun bu sahnelerinde rol alan tipler, şuurlu birer şahsiyet değildirler. Bunlar, ruh tarafından canlandırılmış birtakım mizansenlerdir. Ama, tekamülü geri bir ruh onları gerçek varlıklar zanneder ve onun bu inanışı, sahnenin dehşetini büsbütün artırır.

Esasen spatyom maddesinde oluşturulan maketler, ya ruhun kendisine ait otomatik imajinasyonla, ya rehber varlıkların şuurlu imajinasyonlarıyla, ya da her ikisinin etkisi ile oluşur. Kalıcı spatyom mekanlarının hepsi, spatyom maddesini kullanabilen, ona hakim olabilen organizatör rehber varlıklar tarafından düzenlenir.

Spatyomun bu ilk merhalesinden yukarıya çıkamayan varlıkların oradaki hayatları kısa sürer ve yüksek seviyeye çıkamadan tekrar üç buutlu yoğun madde dünyasına inerek, -yani tekrak dünyaya doğarak – ihtiyaçlarını tatmine devam ederler. Çünkü onlar, spatyomun ince titreşimli sahalarına uyum sağlayabilecek yeterli bilgi seviyesine erişememişlerdir.

b) Şuurlu imajinasyon devresi:

Spatyomda yeni durumunu kavrayan varlık, artık yavaş yavaş tekamül seviyesi ile ilgili olarak içsel bir kendine dönüşe başlar. İster istemez hatıralar canlanır veya bunların ortaya çıkması için uyuranlar gelir. Hatıralar, yeryüzündeki tatbikatların sonucu olarak hoş olabileceği gibi, acılı da olabilir. Duyulan mutluluk da, ıstırap da, o varlık için geçerlidir, bu duyguları benliklerinin ta derinliklerinde şiddetle hissederler.

Spatyoma geçen varlıklar, bir süre sonra cinsiyetlerinin olmadığını farkederler. Ama, bunu kavrayamayanlar da vardır. Belirli bir seviyenin üzerindeki varlıklar, hemen bulundukları ortam ve kendileri hakkında bir idrake sahip olurlar. Bu durumda bedenleri olmadığını ve dolayısıyla bedene bağlı fiziki fonksiyonların da kaybolduğunu anlarlar. Yalnız bireysel olarak dişilik ve erkeklik prensipleri devam eder; yeryüzündeki öğretimin etkisi kolay kolay silinmez. Bir önceki yaşamdaki cinsiyeti, varlığın tatbikatlarıyla büyük ölçüde alakalıdır. Varlık, evrendeki tekliği ve birliği kavrayıncaya kadar, bu dişilik ve erkeklik problemi sürer.

İkinci aşamada, varlığın imajinatif yaratıcılığı artarak devam eder. Ama, bu ilk devredeki gibi kendiliğinden, otomatik değildir. Yani, ruh imajinatif faaliyetini kendi iradesiyle sürdürür.

Spatyomun bu seviyesine adapte olabilen ruhlar, burasının sonsuz güzellik ve iyilik imkanlarından yararlanarak mutlu bir spatyom yaşamı sürdürürler. Burada, ihtiyaçlarına göre, çeşit çeşit alemlerde yaşarlar, şuurlu, ama teorik tatbikatlar yaparlar. Yani, ruhlar son enkarnasyonlarında görmüş ve içinde yaşamış oldukları olayları, güçleri oranında, başka kombinezonlarla çeşitli denemeler şeklinde yaşarlar. Spatyom maddesini yeteneklerine göre şekillendirip, istedikleri kadar yaşatırlar. Böylelikle dünyada genellikle körükörüne yaşanılan olayların tatbikatı spatyomda yapılır ve ruhlar dünya hayatından ne dereceye kadar istifade ettiklerini değerlendirirler. Sonuca göre, ya tekrar dünyaya dönülür ya da spatyomda ilerlemeye devam edilir. Hiç şüphesiz, hami (koruyucu) varlıkların yardımları bu kararda yardımcı olur.

c)Yüksek şuurlu devre

Giderek gelişen şuurluluk hali ve imajinatif faaliyetlerin mükemmelleşmesi ile ruh, üçüncü merhaleye geçer. Bu safhada ruhlar eşyanın sebebini ve oluş hallerini araştırmaya başlarlar. Burada geçen hayat, daha çok bir düşünce faaliyeti şeklindedir. Burada ruh, asırlardır geçirmiş olduğu hayatının gözlemlerini inceleyerek, edindiği bilgilerle ilahi yasaların sebeblerini anlamaya çalışır. Çünkü o artık üçüncü buutun realitesini aşmak üzeredir.

Bu aşamayı yapıp dört buutlu alem diye isimlendirdiğimiz aleme geçen varlıkların, artık bizim üç buutlu dünyalarımızla doğrudan doğruya bağlılığı kalmamıştır. Ve onların, bu dünyalarda enkarne olmaları hem mümkün değildir, hem de buna lüzum yoktur. Artık onlar, başka bir alemin, başka kanunları altında ve başka realitelerin içinde yaşayan ve sonsuz yükselişine devam eden başka varlıklardır.

Dört buutlu alemin eşiğinde:

Dört buutlu kainatın varlıkları, insanlar için o kadar anlaşılmaz ve o kadar yükselmiş varlıklardır ki, bu varlıklar, içinde bulundukları planı şöyle tarif ediyorlar.

“Bulunduğumuz bu planda sizin göreceğiniz bir şekil yoktur. Araçlarınızla göremezsiniz. Buradakileri göremezsiniz, bu sizin araçlarınızın eksikliğinden ileri gelir. Çünkü siz yalnız görmek kavramı ile anlıyabiliyorsunuz. Halbuki bütün duygunuzla görmenizdir, asıl görmek. Bundan dolayı aşağı planlarda gördüğünüz tarzda bir şekil burada yoktur. Fakat biz istersek bu olabilir, çünkü biz, maddeyi yoğunlaştırarak size görünebiliriz.”

Aydınlanmış, sözünde duran ve tatlı ruhların ortasında yaşadığını hissetmek ne kadar hoş bir şeydir. Hiç bir şeyin koparamayacağı sevgi bağlarıyla onlara bağlanmak, onların ilhamlarına, görevlerine, zevklerine katılmak ve ayrıca onlar tarafından anlaşılmış olduğunu, desteklendiğini, sevildiğini duymak ve ölümden kurtulduğunu, asırların değiştiremeyeceği bir gençliğe kavuştuğunu bilmek ne kadar hoş bir şeydir.”

 “Yüksek bölgeler, bütün sanatların ilham aldığı, mükemmel ve ideal bir güzelliğin vatanıdırlar. Yüksek ruh için sanat, birçok görünüşüyle bir duadır. Sonsuz prensibe yapılmış bir ibadettir.”

“Bizzat akışkan olan ruh, spatyomun ince maddelerine tesir eder. Onun kudretli iradesi bu maddeleri birleştirir. Ve arzusuna göre düzenler, kendi amaçlarına uygun bir şekilde onlara renkler ve şekiller verir. İnce seviyedeki bu ortamlarda ruhani bayramlar vardır.

 Nurlar içinde parlayan temiz ruhlar, oralarda aileler halinde gruplanırlar. Dünyanın akortsuz gürültülerine karşın, orada tatlı bir armoni onları büyüler. Sayısız bir kalabalık halinde bulunan bu ruhlar, birbirini tanır ve aralarında sevgi alışverişi vardır. Ölümle kesilmiş olan maddi hayattaki sevgi bağları bir daha kopmamak üzere tekrar kurulur.”

“Bu birbirini seven ruhlar, spatyomun çeşitli yerlerinden, çeşitili yüksek alemlerden gelerek toplanırlar. Yerine getirmiş oldukları vazifelerin, işlerin sonuçları hakkında birbirlerine duyuruda bulunurlar. Ve bu başarılarından dolayı birbirlerini tebrik ederler. Güç işlerde birbirine yardım ederler. Bu incelmiş ruhların arasına hiçbir ikiyüzlülük, hiçbir kıskançlık duygusu giremez. İlahi elçilerden görev alan ve daha yükselmek için yeni görevler kabul eden bu ruh topluluklarında sevgi, güven ve samimiyet hakimdir. Bunlardan bazıları ülkelerin ve dünyaların tekamülüne ve gelişimine katkıda bulunmayı kabul ederler. Diğerleri özveride bulunarak tekrar maddi dünyalarda enkarne olurlar ve bütün insanları ilimde ve ahlakta aydınlatırlar. Diğer bir kısmı da enkarne insanlara bağlanarak yol gösterici ve hami (koruyucu) sıfatiyle onları maddi varlıklarının sert yollarında, doğum anından ölüm anına kadar ve birçok hayatlarda Takib ederler ve bu işlerden himaye görenlerin haberi olmaz.

@Muri4K

Nach oben scrollen