KAYNAK: Büşra ELMAS’in 2017 yilina ait Yüksek Lisans Tezi’dir. Aşagidan indirebilirsiniz“ Bu tezden önemli noktalardan Alinti’dir.

Müslümanların ya da Türklerin Deccal olduğuna inanılmıştır ve herkesin bekledigi kurtariciyi’da Deccal olarak adlandırmışlar. Dünyanin bu son savasinin ismi hepimizin bildigi „Armageddon“ bu savaşta Türklere karşı savaşacak 200 milyon askerden oluşan bir dünya birliğinden bahsediyor. Kehanete göre savasin baslamasi icin Firat Nehrinin kurumasi da gerekmektedir. 1980’li yıllarda Fırat Nehri’nin sularını kontrol etmek için yapılan Atatürk Barajı’nın kolay bir şekilde bu set işlevini ortadan kaldırabileceği ve dolayısıyla da bu kehanetin içinde bulunduğumuz zamanda gerçekleşebileceği iddia edilmektedir.

Bir çoğunuza saçma olarak gelebilecek bu kehanetler maalesef Hristiyanların dini kitapların da yazdigi için hristiyanlar kendi kitaplarına inaniyorlar. Dünyanın sonunun gelmesi için bazi kehanetlerin gerçekleşmesi gerekiyor, bunlarin basinda: Mescidi Aksanin yikilmasi, Süleyman Tapınağının yeniden yapilmasi, Roma imparatorluğunun yeniden kurulmasi, Firat Nehrinin kurumasi, Mesih ve kurtarici’nin gelmesi gibi sıralanabilir. Dünyadaki Karanlik tarafa hizmet edenler, Tanri’yi Kiyamete zorluyorlar ve bu süreyi öne almaya çalışıyorlar. „Bu inanca göre Mescidi Aksanin yikilmasi ve ardından Süleyman Tapınağının yeniden inşa edilmesi, İsa Nin 2. gelişinde bedensiz ve 3. gelişinde bedenli olarak yeryüzüne inerek Süleyman Tapınağında tahtina oturacak olmasina ve tüm yahudilerin 1000 yaşına kadar yaşayacağına inanılmaktadır“

Dünya genelinde 666 sayısı ile Devlet Başkanları, siyasi liderler ve ünlüler neden bu sayi ile Dünya halkina mesaj gönderiyorlar. Kime yada kimlere hizmet ediyorlar! Cevap alinca cok acik ve net „Kabala“

Yahudi mistisizminde ve Kabala öğretisinde, 666 sayısı özel bir anlam taşır. Her biri bir harfi temsil eden Kabala alfabesi aracılığıyla bu sayı, derin anlamlar ve sembollerle ilişkilendirilmiştir. Yahudilik’te kökleri bulunan mistik bir anlayış olan Kabala, İbranice „Kabbalah“ kelimesinden türemiştir. Öte yandan 666 sayısı, kültürler arası mitoloji ve inanç sistemlerinde sıkça kötülük ve şeytanla özdeşleştirilen gizemli bir sayı olarak kabul edilir. Özellikle Hristiyanlık, Yahudilik ve diğer birçok kültürde, 666 sayısı çeşitli mitlere ve inanışlara konu olmuştur.

Son zamanlarda 666 sayısı, şeytanı temsil etmesiyle bilinen bir sembol olarak öne çıkıyor. Ancak bu sayı, geçmişte Eski Yunan, Bizans gibi devletlerde harflerin sayılarla temsil edildiği sistemlerde farklı bir anlam taşıyordu. İnsanlar, harflerin sayısal değerleri kullanılarak birbirlerine şifreli mesajlar gönderiyorlardı, ve 666 sayısı bu gizemli iletişimin bir parçasıydı. Hristiyanlığın kutsal kitabı olarak kabul edilen metinlerden birinde, 666 sayısı „canavara ait sayı“ olarak bahsedilir. Eski Yunan alfabesinde her harfin bir sayı değeri olduğu biliniyordu. Örneğin, „Neron“ kelimesinin harfleri sayısal değerlere dönüştürüldüğünde toplamı 666 ediyordu. Uzmanlara göre, bu tür şifrelerle mesajlar göndermek, özellikle siyasi figürlerin isimlerini gizlice iletmek için kullanılıyordu.

„N“ sesinin sayısal değeri „50“ sayısı. „E“ sesinin ise „0“, „r“ sesinin „200“, „o“ sesinin „6“, „n“ sesinin ise yine „50“. Gelelim ikinci sözcüğün harflerinin sayısal karşılıklarına; „k:100 e:0 s:60 a:0 r: 200“. O halde bu sayıları toplayalım ki bunu yaptığımızda çıkan sonuç „666“ olacaktır. İkinci sözcükteki „Kesar“, „Caesar“ ile aynı anlamda. Yani, Neron’un ta kendisi…

Ayrıca eski Roma rakamları da büyükten küçüğe dizildiklerinde toplamı 666 sayısını vermektedir:

D = 500

C= 100

L= 50

X= 10

V= 5

1= 1

666

KABALA NEDİR?

Kabala kelimesi İbranice kökene sahip olup „Kabbel“ fiilinden türemiştir. Kabbel; almak, kabul etmek anlamına gelir. Sıfat olarak kullanılan „Kabbal“ ise, karşısında veya huzurunda anlamlarına gelir. Bu ise, „Yukarının Hikmeti“ olarak kabul edilir. Buradan hareketle „Kabala“ terimi, Yahudi mistik geleneğini temsil etmektedir

Kabala, temelde İbranice olup kaynak çıkış noktası ise İsrail’dir. Yahudi inancına göre, şifahi şeriat olarak Sina’da Hz. Musa’ya vahyedilmiştir. Kabala, „Tevrat’ın özü“, „zamanın başlangıcından beri saklı sırların Yahudiliğin kalbindeki mahzeni“ olarak ifade edilmektedir.

KABALA VE 666 BAĞLANTISI NEDİR?

Kabalistlerin üzerinde önemle durdukları konulardan birisi de İbrani alfabesinin mistik yorumu olmuştur. İbrani alfabesi inançlarına doğrultusun kutsal bir alfabe olarak kabul edilmektedir. Yahudilere göre, kutsal dışı dillerden tam olarak ayrılmaktadır ve onlarla mukayese edilemez bir durum arz etmektedir.

Kabalistler, İbrani alfabesinin her harfin sayısal bir değer vermişlerdir. Mesela, alef’in değeri bir iken, yirmi ikinci harfin değeri dört yüz dür. Harflerin sayısal değerini, hem Kabalistler hem de Kabala’nın edebi okuyucuları, her zaman dikkate almışlardır. Bu sebeple Yahudilik ve Kabala temelinde insanlar aslında bir mesaj gönderecekleri zaman bunu sayılarla şifreler ve gizli mesajlar verirlerdi.

666’NIN İKİ FARKLI BAĞLANTI NOKTASI

1. ANLAM: Serbest Masonluğun temel taşı Hiram Abiff olarak kabul ediliyor. Hiram aynı zamanda „Ram“ anlamına gelen Haram olarak da yazılır. Ra veya Ram, güneş tanrısı güneş çakrasının eski adıdır ve aynı zamanda güneş çakrası için bir mantardır. Abiff yılan babayla ilgilidir. Masonluktaki Güneş Tapınağı da 666 olarak kabul görmektedir.

2. ANLAM: Yahudi inancına göre Yahudi olarak yaratılan insanlar Tanrının kutsal olarak saydığı ve üstün olarak yaratıklarıdır. Gökler tanrının krallığı yeryüzü ise insanların yani Yahudi halkının hükmedeceği krallıktır. Diğer Yahudi olarak yaratılmayanlar ise sadece ve sadece kutsal olarak yaratılanlara hizmet için vardır.

666 sayısı ise Paganlara göre şeytanı temsil etmektedir. Yahudiler ise buradan yola çıkarak, 666 sayısını Şeytan’ın Yahudi olmayan ruhun sembolü olarak kullanmaktadır. Yani 666 aslında onlar için „Yahudi olmayanları“ kötü ruhu temsil etmektedir. Çünkü ruhen güçlenen Yahudi olmayanlar Yahudiler için kötülüktür.

Bu tezden önemli alintilar:

EVANJELİK HIRİSTİYANLARDA KIYAMET İNANCI
Dünyanın sonu ile ilgili inançlar hem dinî hem de seküler akımlarda ilgi çeken bir fenomendir. Evanjeliklerin John Nelson Darby’nin formüle ettiği ahir zaman inancından
hareketle şekillendirdiği kıyametle ilgili düşünceleri ise özellikle Birleşik Devletler’de sosyal, dinî ve siyasî meseleler üzerinde büyük bir etkiye sahiptir. Her ne kadar bu inanç Amerika Birleşik Devletleri’nde neşvünema bulmuşsa da İsrail ve başka ülkelere kıyamet senaryosunda önemli roller vermesinden dolayı global bir öneme de sahiptir.

Dünyanın sonu ve kıyamet bütün dinlerde ve seküler akımlarda önemli bir problem teşkil etmekte ve insanlarda merak uyandırmaktadır. Evanjeliklerin kıyametle ilgili inançları özellikle Amerika’da giderek popüler hale gelen bir konudur. Özelde vanjeliklerin genel olarak ise Hıristiyanların Yahudilerle ve İsrail ile iyi ilişkiler geliştirmesinin önemli nedenlerinden biri dünyanın sonuna ilişkin inançlardır. Dolayısıyla Evanjeliklerin kıyamet teorilerini kaynaklarıyla incelemek daha sonraki araştırmalar için de bir zemin hazırlayacaktır. Ayrıca Evanjeliklerin kıyametle ilgili teorileri ile ilgili pek çok komplo teorisi mesnetsiz olarak ortaya atılmaktadır. Konuyla ilgili yapılmış Türkçe araştırmalara bakıldığında, doğrudan bu konuya yoğunlaşmış ilmî ve derli toplu bir çalışmaya rastlamak güçtür. Konuya ilişkin popüler bazı kitaplar komplo teorilerinden öteye gidememiş, Evanjeliklerin inançlarını temellendirdikleri kaynakları ortaya konamamıştır. Dolayısıyla bu çalışma, Evanjelik Hıristiyanların dünyanın sonu ile ilgili kanaatlerini derli toplu ve bilimsel olarak ortaya koymaya çalışmaktadır.

Evanjelik Hıristiyanların kıyametle ilgili inançları günümüzde özellikle Amerika’da oldukça popülerdir. Bu inançlar kaynağını büyük ölçüde Kitab-ı Mukaddes’te bulmaktadır. En başından beri Mesih beklentisine ve dolayısıyla da dünyanın sonu ile ilgili beklentilere sahip olan Hıristiyanlık içinde Protestanların sağ kanadında kendine yer edinen Evanjelikler, Kitab-ı Mukaddes’i John Nelson Darby’nin sistematik hale getirdiği dispensasyonalizm doktrini çerçevesinde yorumlayarak kıyametin yaklaştığını iddia etmiş ve dünyanın sonuna ilişkin inançlar ortaya koymuşlardır. Dispensasyonalist görüşte Tanrı’nın İsrail’le olan ahdi devam etmektedir. Dolayısıyla Evanjeliklere göre, özellikle 1948 yılında İsrail’in kurulması ve 1967’de sınırlarını genişletmesi Tanrı’nın İsrail’e vaatlerinin ve böylece en büyük kıyamet alametlerinden birinin gerçekleşmesi olarak yorumlanmıştır. Dünyanın içinde bulunduğu sosyo-politik şartları Kitab-ı Mukaddes’in öngördüğüne inanan Evanjelikler, yeryüzünde meydana gelen pek çok hadiseyi kıyamet alameti olarak yorumlamış ve dünyanın sonunu yaşayacak olmalarına dair heyecanlarını arttırmışlardır.

Evanjelikler ahir zamanın başlangıç hadisesini göğe yükseliş olarak kabul etmektedirler. Bu doktrine göre; bütün gerçek Hıristiyanların Mesih ile semâda buluşmak üzere dünyadan alınacak ve geride kalan herkes onların birden kaybolmasıyla şaşkına dönecektir. Göğe yükseliş hadisesinden sonra dünyada kalanların yüzleşeceği ve
Felaketler Dönemi” olarak adlandırılan yedi yıllık felaket ve terör olayları dönemi başlayacaktır. Bu süreçte Deccal, dünyanın hâkimiyetini ele geçirecek ve insanları şeytana uymaya davet edecektir. Bununla birlikte bu dönemde kurtuluşa erecekler de bulunacaktır. Felaketler dayanılmaz bir hal aldığında Mesih, inananlarla beraber dünyaya dönecek, Deccal’ı mağlup edecek ve Şeytan’ı hapsedecektir. Mesih ile Şeytan’ın orduları arasındaki bu savaş genelde “Armageddon” olarak adlandırılmaktadır. Bunu bin yıllık bir barış zamanı takip edecek ve bu barış sürecinde İsa Mesih dünyaya hükmedecektir. Milenyumun sonunda Şeytan esaretinden kurtulacak, Mesih Şeytan’ı nihai olarak bozguna uğratacak daha sonra ölüler diriltilecek, hüküm günü gerçekleşecek ve böylece sonsuz yaşama geçilecektir.

İsrail’in Kurulması
Matta İncili’nde İsa, ahir zamanda Filistin topraklarında bulunanların dağlara kaçmasını istemektedir (24:15-16). Buradan hareketle Evanjeliklerde, Mesih yeryüzüne geri gelmeden önce dağlara kaçmaları istenen Yahudilerin, Filistin topraklarında toplanmış olacağı düşüncesi ortaya çıkmıştır. 89 İsrail’in yeryüzünün her yerine dağılacağı ve uzun bir sürgün hayatı yaşayacağı kehanetinde bulunan Kitab-ı Mukaddes peygamberleri, Yahudilerin bir devlet olarak bir araya geleceklerini de
öngörmüşlerdir. 90 Dolayısıyla tıpkı Yahudilerin tarihleri boyunca sürgünlerle geçen yaşamlarına dair kehanetlerin gerçekleşmesi gibi millet olarak Filistin’de
toplanmalarına dair kehanetin de gerçekleşmesi beklenmiştir. Dünya savaşlarıyla çağın sonuna işaret eden alametlerin gerçekleşmeye başlaması, sonrasında Balfour Antlaşması ve İngilizlerin Filistin’i ele geçirmesi gibi gelişmeler Evanjeliklerin Yahudilere ve İsrail’e yönelik ilgilerini büyük ölçüde arttırmış, Filistin topraklarında Yahudilerle ilgili gelişmeler hem medya iletişim araçları hem de çok sayıda Evanjeliğin Filistin’i ziyaret etmesi vasıtasıyla takip edilmiştir. Siyonistlerin İngiliz mandasındaki Filistin’e ilk göç dalgası, 1925’te İbrani Üniversitesi’nin açılması, 1932’te Hayfa’da liman kurulması, İbranicenin ihya edilmesine yönelik çalışmalar Evanjeliklerin ilgisini çekmiş ve
Yahudilerin kutsal topraklara yerleşeceği kehanetinin gerçekleşme adımları olarak görülmüştür. Bu süreçte İngilizlerin, göçleri ve yerleşimleri sınırlandırma politikasına
ciddi itirazlar yapılmış, Arapların siyonistlere karşı düşmanlıkları eleştirilmiştir. Yahudilerin kutsal topraklara yerleşmesini zorlaştıran durumlar, Tanrı’nın kıyamet planının engellenmesi olarak telakki edilmiştir. Nihayet 1948’de İsrail’in bir devlet olarak kurulması, Tanrı’nın uzun vadeli planındaki en önemli gelişmelerden biri olarak görülmüştür. Özellikle 1950’lerde Asya, Afrika ve Doğu Avrupa ülkelerinden İsrail’e yapılan büyük Yahudi göçleri Kitab-ı Mukaddes’te Yahudilerin kutsal topraklara
döneceği şeklindeki kehanetlerin gerçekleşmesi olarak kabul edilmiştir. 92 Lindsey, İsrail’in kurulması ve Yahudilerin bu topraklarda toplanmasıyla kıyamet saatinin
yaklaştığını düşünmektedir: “İsrail’in kurulması, gerçekleşeceği öngörülen diğer işaretler için de… bir sahne oluşturmuştur. Bu durum tıpkı bir yapbozun en kritik
parçası gibidir. Bu parça bulunduktan sonra bitişik diğer bütün parçaların yerine konması hızlanmış olur. Ahir zamanla ilgili işaretler Kitab-ı Mukaddes’te incir ağacına benzetilmektedir.
Buna göre nasıl ki incir ağacı “dalları filizlenip yaprakları oluşunca yaz mevsiminin yaklaştığına işaret ediyorsa” zikredilen alametler de Mesih’in yeryüzüne dönüşünün
yakın olduğunu gösterecekti. Evanjeliklere göre İsa, incir ağacı örneğiyle İsrail Devleti’ne işaret etmiştir.94 İsrail’in devlet olarak kurulmasıyla incir ağacının ilk yapraklarını vermiş ve böylece Mesih’in geri dönüşünü haber veren en büyük olay gerçekleşmiştir. 95 İsrail’in bir ülke olarak ortaya çıkması kehanetin gerçekleşmesi açısından çok önemlidir. İsrail’in “Armageddon’un fünyesi” (Fuse of Armageddon) olduğu düşünülmektedir. İncir ağacı benzetmesi yapılan pasajın sonundaki “bütün bu (alametler) gerçekleşmeden bu kuşak ortadan kalkmayacak” ifadesinden hareketle 1973’de yazdığı The Late Great Planet Earth isimli kitabında Lindsey, Kitab-ı Mukaddes’te bir neslin 40 yıllık süreye tekabül ettiğini düşünerek, “kuşak” kelimesiyle kastedilenlerin İsrail’in kuruluş aşamasına şahit olanlara, yani 1948 yılında hayatta olanlara işaret ettiğini ve bu kişilerin 40 yıl içinde bütün alametleri yaşayacağını iddia etmiştir. 96 Ancak 1997 yılında bir televizyon programındaki konuşmasında bu görüşünü “18 ay içinde” diyerek ileri bir tarihe ertelemiştir.

Kudüs’ün Yahudi Kontrolüne Geçmesi ve Tapınağın Yeniden İnşa Edilmesi İsrail’in bir devlet olarak Filistin topraklarında yerini almasından sonra kıyamete işaret ettiği düşünülen başka bir hadise de Kudüs’ün tamamen Yahudilerin eline geçmesidir. 1948-1949 yılları arasındaki savaşta İsrail, Kudüs’ün batısını ele geçirmiştir. Kitab-ı Mukaddes’te bahsedilen Kudüs, yani Eski Şehir (Old City of Jerusalem) ise Ürdün yönetiminde kalmıştır. Halbuki Kitab-ı Mukaddes’teki kehanetlere göre, Eski Şehir Kudüs’ün tamamen Yahudilerin eline geçmesi gerekmektedir.98 Bu inancın temelinde tapınağın üçüncü kez inşa edilmesine işaret eden dört Kitab-ı Mukaddes cümlesi bulunmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’e göre tapınağa “iğrenç şey” konulacak (Daniel, 9:27; Matta 24:15), İsa yeryüzüne tekrar geldiğinde tapınakta oturacak (2. Selanikliler, 2:3-4) ve Tanrı’nın tapınağı ölçülecektir (Vahiy, 11:1-2). İlgili pasajların Felaketler Dönemi’ni anlattığını düşünen Evanjelik yorumcular, bu durumu İsa’nın gelişinden önce mabedin yeniden yapılmış olacağı şeklinde değerlendirmektedirler. 99 Yahudilerin kutsal topraklarda toplanmasının iki yönü olacaktır.100 Bunlardan ilki, kutsal topraklara fiziksel olarak geri dönmek, yani oraya yerleşmek ve orada refah içinde yaşamaktır (Hezekiel, 36:8; 24). İkincisi ise manevi olarak geri dönüştür. Hezekiel’de Yahudilerin “bütün kirlerinden ve putlarından arınacağından” bahsedilmektedir (36:25-27). Yahudilerin İsrail’e fiziksel olarak geri dönüşleri gerçekleşmiştir. Manevi dönüşlerinin gerçekleşmesi için ise daha önceden bulunduğu tarihsel koordinatlarda eski mabetlerinin yeniden inşa edilmesi gerekmektedir. Bunun gerçekleşebilmesi de ancak Kudüs’ün hakimiyetinin tamamen ele geçirilebilmesiyle mümkündür. Bu anlamda İsrail’in 1967 yılında Kudüs, Golan Tepeleri ve Sina Çölü’nü ele geçirdiği Altı Gün Savaşı, Evanjelikleri son derece heyecanlandırmıştır. Altı Gün Savaşı’nın sonunda İsrail’in, tapınağın yeniden inşa edilmesi için gereken toprakları ele geçirmesiyle, tapınağın bir an önce yeniden inşa edilmesi ve kıyametin en kısa zamanda gerçekleşmesi beklenmiştir. Söz gelimi, Avustralyalı bir Hıristiyan olan Dennis Rohan, Tanrı’nın kendisini tapınağa uygun alan açmak için görevlendirdiğine inanarak Yahudilerin mabetlerini inşa etmesi gereken yerin bir kısmında bulunan Mescid-i Aksa’da yangın çıkartmıştır. Olayın sonucunda cami zarar görmüş ve deli olduğu açıklanarak Rohan sınır dışı edilmiştir. Dünya savaşları, İsrail’in kurulması ve Kudüs’ün ele geçirilmesi, yani kıyametin en büyük üç alameti gerçekleştiği için, sıranın tapınağın yeniden inşa edileceğine dair kehanete geldiği düşüncesi Evanjelikleri heyecanlandırmaktadır. Söz gelimi tapınağın olabildiğince çabuk inşa edilmesi için İsrail’e finans desteği yapan Amerikalı Hıristiyan kuruluşlardan bahsetmek mümkündür. Altı Gün Savaşı sonrasında Yahudilerin
Filistin’in tarihi mekanlarını ele geçirmesi, Amerikalı Evanjeliklerin siyasi hususlarda daha ön plana çıkmasında ve İsrail’de etkinliklerini arttırmalarında rol oynamıştır.

Gog – Magog
Evanjeliklerin kıyamet alameti olarak kabul ettiği, ancak henüz gerçekleşmemiş olan olaylardan biri de İsrail’in Kuzey’den gelen bir ordu ile işgal edilmesidir. Bu
işgalin Yahudilerin fiziksel geri dönüşleri ile manevi geri dönüşleri arasında gerçekleşeceğine inanılmaktadır; Zira Kitab-ı Mukaddes’te Kuzey’de ittifak kurmuş bir ordunun “gelecek yıllarda, halkı birçok ulustan uzun zamandır ıssız kalmış İsrail dağlarında toplanmış, savaştan rahata kavuşmuş bir ülkeye” saldıracağından bahsedilmektedir. (Hezekiel, 38:6-7). Bu ordunun başında “Magog topraklarından Roş105, Meşek ve Tuval’ın lideri olan Gog” bulunacaktır (Hezekiel, 38:1-2). Gog’un kim olacağını kesin bir şekilde öğrenmenin ancak olayın gerçekleşmesiyle mümkün olacağı düşünülmektedir. Zira “Gog”, anlamı tam olarak açıklanamayan bir kelimedir. Bununla birlikte kelimenin neye ya da kime işaret ettiği ile ilgili zaman içinde çeşitli yorumlar gelişmiştir. Gog kelimesinin bir şahsın adı değil, tıpkı Firavun ya da Kayser gibi Magog’un hükümdarına verilen bir unvan olduğu varsayılmaktadır. 106 İlk yüzyıllarda Gog’un İskitler’e, Magog’un da İskitler’in ele geçirdiği Hierapolis kenti için kullanıldığına dair bilgiler bulunmaktadır.

Hıristiyanların kehanet içerikli yorumları ile, bu tabirin farklı yorumları ortaya çıkmıştır. Söz gelimi bu tabirle inanmayanların tamamının kastedildiği ya da Kafkasya’nın ötesinde dünyanın sonunda ortaya çıkacak barbar kavimlere işaret ettiği gibi yorumlar yanında, Lidya kralı Gyges’e ya da Got ve Vizigotlara işaret ettiği gibi yorumlar da bulunmaktadır. 19. yüzyılın sonlarına kadar Türklerin Gog olduğu yönündeki yorumlara rastlamak mümkündür. Daha sonraları burada kastedilenin Sovyet Birliği (daha sonra Rusya) olduğu ve Modern Rusya’nın İskitlere dayandığı düşüncesi yaygınlaşmaya başlamıştır. Söz gelimi, “Roş” tabirinin “Rusya” isminin önceki formlarına işaret ettiği iddia edilmiştir. Buna göre, Rusya’nın Moskova ve Tobolsk isimli şehirleri adlarını Meşek ve Tuval’den almıştır. Ayrıca Hezekiel’de bu topraklardan “en uzak Kuzey’den” şeklinde üç kez bahsedilmesinden hareketle İsrail söz konusu olduğunda en uzak Kuzey’in Rusya olmasının daha muhtemel olduğu düşünülmüştür. Ayrıca coğrafi açıdan Kudüs ve Moskova’nın boylam olarak birbirlerine yakın olması da bu yorumu güçlendiren bir delil olarak kullanılmıştır.

Kitab-ı Mukaddes’in başka bölümlerinde Magog; Meşek ve Tuval dışında Gomer. Javan, Tiras kelimeleriyle beraber Yafet’in oğulları, yani Nuh’un torunları şeklinde
anılmaktadır (Yaratılış, 10:2; 1. Tarihler, 1:5). Darby, bu isimlerin her birinin Rusya toprakları içinde ya da Rusya’nın etkisi altındaki bölgelerde bulunduğunu düşünmekte
ve Rusya’nın büyüyen gücünün Gog olduğuna işaret ettiğini belirtmektedir. Gog kelimesinin Gorbaçov’un ilk üç harfinin Rusça telaffuzuna (yani Gogrbaçov) ya da
önemli Rus devlet adamlarının soy isimlerinin ilk harflerinin birleşimine (Gromyko, Ogarkov, Gorbaçov) karşılık geldiği şeklinde yorumlar da mevcuttur. Özellikle Kırım Savaşı’nda (1853-1856) Rusya’nın İngiltere ve Osmanlı Devleti’ne karşı mücadeleye girmesi kehanette Rusya’nın oynayacağı role ilgi çekmiştir. Bu rol yirminci yüzyılın başlarında kıyametin başlıca alametlerinden biri olarak görülmektedir. Bolşevik İhtilali (1917) ile din karşıtlığının yaygınlaşması tarih ile kehanetin bir noktada buluşması şeklinde yorumlanmıştır. Rusya’nın petrol ya da başka doğal kaynaklarını ele geçirmek için İsrail’e saldıracağı şeklinde birtakım spekülasyonlar yapılmıştır. Ayrıca ihtilal sonrası yayılan komünizmle birlikte Hıristiyanlıktan uzaklaşması sonucunda, Rusya’nın Tanrı’ya bir başkaldırı olarak Tanrı şehri kabul edilen Kudüs’e saldıracağı da iddia edilmiştir. Soğuk savaş yıllarında (1945-1990) Rusya’nın en büyük rakibi olarak Amerika Birleşik Devletleri’nin görülmesi ve Evanjeliklerin bunu politik bir Hıristiyan söyleme dönüştürerek Rusya’nın İsrail’i işgal planları olduğu yönünde iddiaları popülerlik kazanmıştır.

Kısacası, Gog’un Rusya’nın lideri olacağına inanılmaktadır. Ancak Gog, İsrail’i işgal teşebbüsünde yalnız olmayacaktır. Gog ve ordusunun yanında “Persliler, Kûşlular ve Pûtlular ile Gomer’in ve Togarmah’ın orduları” yer alacaktır (Hezekiel, 38:3-6). Gog’un ilk müttefiki olarak zikredilen Persliler ile günümüzdeki İran’ın kastedildiği
noktasında fikir birliği bulunmaktadır.121 İran’da devrim sonrası Amerikan karşıtlığının, Rusya ile bir yakınlaşmaya neden olduğu, Rusya’nın da İsrail’i işgal için Türkiye ile değil İran ile işbirliği yapmasının coğrafi açıdan daha uygun olduğu iddia edilmektedir. Rusya’nın ikinci müttefiği, Kûşlulardır. Kûş, Nuh’un ilk oğlu Ham’ın
evladı ve Etiyopya’nın İbranicesi olarak yer almakta ve “Kûş topraklarının” Dicle ve Fırat Nehirleri’ne yakın bir bölgede olduğu ifade edilmektedir (Yaratılış, 2:13). Lindsey’e göre, Kûşlular ile sadece Etiyopyalılar değil, İsrail’in işgali için Rusya ile ittifak kuracak pek çok Afrika ülkesi kastedilmektedir. Üçüncü müttefik Libya’nın İbranice karşılığı olan Pût’tur ve bununla Kuzey Afrika ülkeleri kastedilmektedir.

Rusya’nın dördüncü müttefiki Gomer, doğu Avrupa ülkelerine, son müttefik Togarmah ise Rusya’nın güneydoğusundaki Kazaklar’a ya da Ermenistan’a yorulmaktadır.
Rusya ve müttefikleri güçlü bir ordu oluşturacak ve İsrail’in dağlarına saldıracaklardır. Ancak Tanrı’nın müdahalesi olarak kabul edilecek bir olayla bu ordular ve ülkeleri tamamen yok edileceklerdir. Gökten yağan kükürt Gog ve ordusunu imha edecek ve Rusya, “Tanrı’nın seçilmiş kullarını lanetleyenlere lanet edeceği” şeklindeki vaadinin
(Yaratılış, 12:3) muhatabı olacaktır.

Roma İmparatorluğu’nun Canlanması ve Dünya Hükümeti Evanjelikler, kıyamet zamanı yaklaştığında dünya sisteminin mevcut durumundan çok daha farklı bir hal alacağına inanmaktadırlar. Bu kanaate göre ahir zamanda dünya, Deccal’ın hakimiyetindeki Batı Bloğu (Daniel, 7:8); Rusya, bazı Kuzey Afrika ülkeleri ve Ortadoğu devletlerinin oluşturduğu Kuzey-Güney Bloğu, yani Gog ve müttefikleri (Daniel, 11:40-41; Hezekiel, 38) ve “doğunun kralları” olarak bahsedilen Doğu Bloğu (Vahiy, 16:12) olmak üzere üç bloğa ayrılacaktır. Daniel Kitabı’nda “on boynuz”dan bahsedilmekte ve bu tabir ahir zamanda ortaya çıkacak on krallık şeklinde yorumlanmaktadır (7:24). Pek çok Evanjelik, Batı Bloğu’nu oluşturmak için bu on krallığın ittifak kuracağını ve böylece Roma İmparatorluğu’nu canlandıracaklarını düşünmektedir (Vahiy, 13:1; 17:3).128 Bu düşünceye göre, on krallık, on devletli bir konfederasyon oluşturarak, yeni Roma İmparatorluğu’nu -eskisiyle coğrafi olarak tamamen aynı bölgede olmasa da- Roma’nın kültür ve geleneklerini yansıtacak biçimde kuracaktır. Bu imparatorluk demokratik cumhuriyet sistemiyle yönetimine başlayacak ancak daha sonra diktatörlüğe geçecektir. Kitab-ı Mukaddes’teki kehanetleri yorumlayan Evanjelikler, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (daha sonra Avrupa Birliği) kurulması ile ulusların ittifak kurarak Roma İmparatorluğu’nu canlandıracağı yönündeki ilahi öngörülerin gerçekleştiğini düşünmüşlerdir. 130 On krallık haline geleceğine inanılan Avrupa Birliği’ni, sonradan ortaya çıkacak güçlü ve karizmatik bir lider, yani Deccal birleştirerek tek bir imparatorluk haline getirecek, topraklarını genişletmeye çalışacak ve gün geçtikçe daha güçlü bir konuma gelecektir. Bu liderin güç gösterilerine on krallıktan üçü karşı çıkacak ve bunun sonucunda tahtlarından indirilecekler (Daniel, 7:24), yerlerine başkaları geçecek ve böylece on krallık ona itaat edecek ve direnmeyecektir.

Avrupa ve Deccal’ın ilişkilendirilmesi 19. yüzyılın ilk yarısına kadar geri götürülmektedir. Bu yıllarda Avrupa’nın dinden uzaklaştığı yönündeki düşünceler ahir zamanın yaklaşması olarak yorumlanmıştır. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra ise bu söylem sistematikleşmiş ve önemli Evanjelik isimlerle popülerlik kazanmıştır. Deccal ve Avrupa’nın birbiriyle ilişkilendirilmesinin çarpıcı bir örneğini, Steve Terrell’in, The 90’s: Decade of the Apocalypse isimli kitabının kapağında görmek mümkündür. Burada Avrupa haritasının merkezinde, kafasında boynuzlar bulunan bir insan figürü, Avrupa haritasının ardında saklanır gibidir ve kapakta “Avrupa Ekonomik Topluluğu – Son başladı” şeklinde bir yazı bulunmaktadır: Pek çok Amerikalı fundamentaliste göre, seküler gücün ikonu haline gelen Avrupa Birliği’nin ahir zamanda gücünü arttırması ve birliğe karşı olanları gücüyle korkutur hale gelmesi gerekmektedir. Öte yandan Avrupa Birliği’nin on üyeden oluşmaması meselesi ise onları tedirgin etmemektedir: “Oldukça eminim ki her şeye gücü yeten Tanrı, kehaneti sayı ve harf bakımından tam olarak gerçekleştirmek için son durumda Avrupa Birliği’nin üye sayısını değiştirme gücüne sahiptir.”

Deccal/Mesih-karşıtı (Anti-christ)
Deccal düşüncesi, kıyametin yaklaştığını gösteren bir alamet olma ve Felaketler Dönemi’nde oynayacağı rol açısından kıyamet senaryosunda oldukça merkezi bir role sahiptir. Bu yüzden Deccal’ın kim olduğu, günümüzde hayatta olup olmadığı ve dünya hakimiyetini ne zaman ele geçireceği gibi sorular oldukça erken dönemlerden itibaren Hıristiyanların zihinlerini meşgul etmiştir. Deccal’ı ifade etmek için kullanılan İngilizce antichrist kelimesi (Grekçe antichristos), Kitab-ı Mukaddes’te yalnızca Yuhanna’nın Mektupları’nda karşımıza çıkmaktadır (1. Yuhanna, 2:18-22; 4:3; 2. Yuhanna, 7). Yuhanna’da bu ifade, hem tekil hem de çoğul formda kullanılmış ve daha önceden de antichristların, yani Deccalların dünyada bulunmuş oldukları belirtilmiştir. Bu anlamda Deccal, Baba Tanrı ve İsa Mesih’i inkar eden yalancılar olarak tanımlanmış (1. Yuhanna, 2:22) ve “Deccal’ın ruhunun şimdiden dünyada olduğu” vurgulanmıştır (1. Yuhanna, 4:3). Dolayısıyla, Yuhanna’nın bahsettiği mesih-karşıtı, tek bir özel şahıs ya da hükümdar için değil, İsa’nın tanrılığını kabul etmeyen herkesi kapsayan bir tabir olarak kullanılmıştır. Bu anlamda Deccal her dönem var olmuştur. Öte yandan, özel anlamda ise, tek bir şahıs olan ve son saatin, yani ahir zamanın da bir göstergesi olarak düşünülen Deccal kastedilmektedir (1 Yuhanna, 2:18). Özel ve tek bir şahıs olarak Deccal’ı ifade eden mesih-karşıtı tabiri Kitab-ı Mukaddes’te nadiren bulunsa da, bu tabir dışında, Deccal’ı ifade ettiği düşünülen küçük boynuz (Daniel, 7:8), sert yüzlü kral (Daniel, 8:23), gelecek prens (Daniel, 9:26), yok edici önder (Daniel, 9:27), inatçı kral (Daniel, 11:36), günahkar adam (2. Selanikliler, 2:3), yasa tanımaz (2. Selanikliler, 2:8), denizden çıkan canavar (Vahiy, 13:1), değersiz çoban (Zekeriya, 11:17) gibi ifadelerden bahsetmek de mümkündür.

Deccal, Şeytan’ın doğaüstü güçlerle donattığı kötü ruhlu bir beşerdir.139 Bu kişi muhteşem bir hitap gücüne sahip olacak (Daniel, 7:8, Vahiy, 13:5) ve böylece insanları
hipnoz ederek kendisine inandırmayı başaracaktır. Deccal, Tanrı’yı ve Mesih’i inkar etmesinden dolayı günahkar bir kimse olacak; kendisine biat edilmesini sağlamak için hipnoz gücü yanında rüşvet ve yalanı kullanacak; sadece Hıristiyanların değil, tüm dinlerin tanrılarına meydan okuyacaktır. Ayrıca Deccal, belirlenen zaman ve yasaları
değiştirmeyi amaçlayan (Daniel, 7:25) kötü niyetli bir devrimci, tarihin görüp göreceği en büyük anti-semitik olarak da nitelenmektedir. Deccal’ın son derece kıvrak zekalı
olacağına, çeşitli olağanüstü haller göstereceğine ve azizlere savaş açacağına inanılmaktadır. Deccal’ın muazzam bir güç sahibi olacağına ilişkin kanaatlerden hareketle, onun tek bir şahsiyete işaret etmesine rağmen yardımcılarının da bulunacağı dolayısıyla bireysel değil kolektif bir gücü olacağı da belirtilmektedir. Hıristiyanlar, Deccal’ın ortaya çıkışı ile ilgili tahminlerini onun kimliğini tespit etmeye çalışarak belirlemişlerdir. İlk üç yüzyılda Deccal kavramı Şeytan ile iç içe bir şekilde yorumlanmış, hatta bu iki varlığın tamamen aynı olduğunu savunanlar olmuştur. Deccal’ın şeytanla ilişkilendirilmesi ve şeytanın aracı ve Mesih’in baş düşmanı olarak görülmesi nedeniyle, Kilise’nin ilk zamanlarında Hükümdar Nero, daha sonra da Roma İmparatoru Caligula Deccal olarak nitelenmiştir. 4. yüzyılın başında Deccal’ın Kilise içinden çıkabileceği düşüncesi ortaya çıkmış, sonrasında Papa’nın Deccal olduğu noktasında birtakım kanaatler peyda olmuş ve bu fikre Protestanlar da katılmışlardır. Ortaçağ’da Deccal’ın kimliği konusundaki düşünceler yabancı düşman fikri etrafında geniş bir alana yayılmıştır. Söz gelimi heretiklerin, Yahudilerin, Müslümanların ya da Türklerin Deccal olduğuna inanılmıştır. Sonraki yüzyıllarda, Deccal ile ilgili kanaatler, önceki düşünceleri de kapsayacak biçimde çok daha geniş bir yelpaze oluşturmuştur. Örneğin 19. ve 20. yüzyıllarda Kitab-ı Mukaddes münekkitleri, Deccal’ı Antiok Epiphanes ya da Nero gibi tarihsel kişiliklerle özdeşleştirmişlerdir. Buna mukabil, papalığın komünizm karşıtı görüşleri, Papa’nın Deccal olduğu noktasındaki kanaatlerde görece bir azalma meydana getirmiştir. Ancak yine de bazı Hıristiyanlar Papa’yı Deccal olarak göstermeye devam etmişlerdir. Özellikle 2. Dünya Savaşı sonrası Deccal’ın kimliğiyle ilgili farklı pek çok yorumdan bahsetmek mümkündür. Moşe Dayan, Enver Sedat, Sun Myung Moon, İspanya Kralı Juan Carlos, John Kennedy, Henry Kissenger, Ronald Wilson Reagan, Napolyon, Hitler, Gorbaçov, Saddam Hüseyin gibi siyasi isimler Deccal olarak isimlendirilmişlerdir.

Özellikle Amerika’nın dinî ve kültürel tarihine işaret eden Fuller’e göre Deccal düşüncesi, Amerikalıların, kendilerini mutlak iyi ve düşmanlarını mutlak kötü olarak gören mitolojik yaklaşımının tarihsel bir takıntısını ortaya çıkartmaktadır. Örneğin, sömürge döneminde, Amerikalıların gözünde Deccal Kızılderililer idi; zira onlar, Amerikalıların ve (kendilerini Tanrı’nın kutsadığını düşünmelerinden hareketle) ilahi planın önünde bir engel olarak görülüyorlardı. Daha sonraları ise Amerika’nın kendisine tehdit olarak algıladığı modernizm, Roma Katolik Kilisesi, Yahudiler, sosyalizm ve Sovyetler Birliği vb. Deccal olarak tanımlanmıştı. 20. yüzyılda fundamentalistlerin, Deccal ile ilgili yorumlarını Müslüman dünyası, feminizm, sekülerizm gibi kendileri için tehdit oluşturan kavramlar üzerinden oluşturduklarını söyleyebilmek mümkündür. Dolayısıyla, Bernard McGinn’in ifadesiyle “Deccal’ın tarihi, Hıristiyanlığın ya da en azından Hıristiyanların nefret ve korkularının tarihi olarak anlaşılabilir.” Netice itibariyle Deccal’ın tam olarak kim olacağı konusu gizemini korumaktadır. Bununla birlikte, Deccal’ın Avrupalı olacağı noktasında da kısmen bir ittifak olduğundan bahsedilmektedir. Evanjelikler açısından ise Deccal’ın kimliğini tespit edip tahminlerde bulunmak kehanete zarar verebilecek bir durum oluşturabilir. Bu anlamda onlar, Deccal’ın ahir zamanda ortaya çıkacak, Antiok ve Nero’ya benzer bir kişiden bahsetmektedirler. Deccal’ın kimliği gibi milliyeti hakkında da kesin bir bilgi bulunmamaktadır. Deccal’ın yeni Roma İmparatorluğu’nun lideri ve Mesih’in baş düşmanı olacağından hareketle bazı Evanjelikler onun Yahudi olmaması gerektiğini düşünmektedirler. Buna karşın Deccal’ın, Yahudilerin beklediği ve Hıristiyanların sahte kabul edeceği Mesih olması durumundan hareketle, onun Yahudi olması gerektiği de dile getirilmektedir. Yeni Ahit, Deccal’ın milliyetinden bahsetmemektedir. Deccal’ın Yahudi olacağını savunanlar Yahudilerin bekledikleri Mesih’in, Deccal olduğunu iddia etmektedirler.

Kitab-ı Mukaddes’te, Deccal’ın Yahudilerle antlaşma yapacağı açıklanmakta, ancak Mesih olarak kabul edileceğinden söz edilmemektedir. Deccal’ın gentile olmasına Kitab-ı Mukaddes’te açıkça değinilmemiştir. Ancak Kutsal Kitab’ın Deccal tipoloji örneği olarak bir gentileyi, yani Antiok Epiphanes’i vermesinden hareketle, Deccal’ın da gentile olacağı sonucuna varılmaktadır. “Deniz” kavramının Kitab-ı Mukaddes’te her zaman gentilelerle ilgili olarak kullanıldığı iddia eden Evanjelikler, Vahiy Kitabı’nda denizden çıkacak bir varlık olduğu açıklanan “canavar” ifadesini (13:1) Deccal olarak yorumlamaktadırlar. Dolayısıyla her ne kadar aralarınd Deccal’ın Yahudi olacağını iddia edenler bulunsa da, Evanjeliklerin genel kanaatinin Deccal’ın gentile, hatta Roma kökenli olacağı yönünde olduğunu söylemek mümkündür. Deccal’ın kimliği ve milliyeti konusundaki kanaatlerin aksine kişilik özellikleri ve dünyadaki faaliyetleri hakkında Hıristiyanlar arasında görece bir uzlaşmadan bahsetmek mümkündür. Buna göre, Deccal dünya üzerinde siyasi, dinî ve ekonomik olmak üzere üç yönlü bir hakimiyet kuracaktır. Siyasi hakimiyeti, Roma İmparatorluğu’nun yeniden canlanması ve on krallığın lideri olması ile başlayacaktır. Deccal siyasi ve ekonomik gücünü büyütmeye güdülüdür. Bu amaç uğruna önemli başarılar gerçekleştirecek; fetihler yapacak; böylece gitgide daha fazla insana ve devlete hakim olacaktır. Şeytani güçlerin yardımıyla on krallığın lideri olarak dünya hakimiyetini eline geçirecek olan Deccal başlangıçta, İsrail’i koruyacak, Ortadoğu’daki sorunları çözecek ve dünyaya barış getirecektir. Bu dünya lideri, öldürücü bir baş yaralanmasını atlatacak ve dünyanın kurtarıcısı olarak kendisine ibadet edilecektir. Siyasi ve ekonomik gücünü birleştirmesiyle Deccal, liberal Hıristiyanlık içinde başlayarak evrensel Kilise’de de birtakım etkilerde bulunacaktır. Bunun sonucunda Deccal, Gerçek Kilise’nin bir taklidini üretecek ve sonucunda satanizm, yeni dinî hareketler, seküler hümanizm karışımı ve astroloji, büyü, uyuşturucu kullanarak aklı bulandırma gibi pratikleri bulunan bir din ortaya çıkaracaktır. Bu dinin, dünyanın bütün dinlerinin senteziyle monizme dayalı bir felsefi din olacağı düşünülmektedir. Deccal’ın dinine ve otoritesine boyun eğenlere onun krallığında önemli statüler ve yetkiler verilecek, yeni ele geçirilen topraklar itaat edenler arasında bölüştürülecektir. Deccal, hâkim olduğu bölgelerde kendisine inananları işaretlemek için 666 160 rakamını kullanacaktır. Deccal’ın hakimiyetini kabul edenlere vurulacak bu mühür bir nevi ticari kimlik hükmünde olacak, bu mühür bulunmayan kimseler alışveriş yapamayacaktır (Vahiy, 13:17). Siyasi, ekonomik ve dinî hakimiyeti ele geçiren Deccal, her ne kadar başlangıçta İsrail’i koruyup kollayacak olsa da gücünü iyice arttırması ile yedi yıllık Felaketler Dönemi’nin ikinci yarısı başlayacak ve bu süreçte Deccal’ın Yahudilere karşı tutumu değişecektir. Deccal’ın bu dönemdeki faaliyetleri “Büyük Felaketler Dönemi” başlığı altında ele alınacaktır.

İsa’nın İkinci Gelişi ve Göğe Yükseliş
Evanjeliklerin göğe yükseliş doktrini için dayanak olarak gösterdikleri Kitab-ı Mukaddes pasajlarının anlaşılmasında göğe yükseliş ile İsa’nın ikinci gelişi olayları arasındaki ayrımın belirtilmesi büyük önem taşımaktadır. Zira Evanjelikleri Kitab-ı Mukaddes’i yorumlama noktasında ana akım Hıristiyanlıktan ayıran temel noktalardan biri bu iki olay arasında ayrıma gitmeleri ve pasajları bu ayrıma göre yorumlamalarıdır. Göğe yükseliş doktrinini savunmak için temel pasaj olarak kullanılan Selaniklilere 1. Mektup 4:16’da “ilk olarak Mesih’te ölmüş olanlar diriltilecek” denilmektedir. John N. Darby bu cümleyi literal bir şekilde yorumlamış, iki kez İkinci Geliş’in olacağına kani olarak, Mesih’in Kilise’si “için” geri dönmesi ile Kilise’si “ile” dönmesi arasında bir ayrım olduğunu iddia etmiştir.
Göğe yükseliş ile ikinci gelişin farklı olaylar olarak düşünülmesinde dispensasyonalist düşüncenin de etkisi vardır. Darby’nin sistemleştirdiği dispensasyonalist görüşe göre tarihin içinde bulunduğumuz dönemi M.S. 70 yılında Kudüs’ün düşmesiyle başlayan ve inananların göğe yükselişi ile sona erecek olan dönemdir. Buna göre İsa’nın birinci geri gelişi inananları göğe yükseltecek ve ardından yaşanacak yedi yıllık Felaketler Dönemi ile içinde bulunduğumuz çağ sona erecektir. İsa’nın ikinci geri gelişi ise yeni bir dönemin başlangıcı yani bin yıllık krallığın kurulması ile ilgilidir.

Kitab-ı Mukaddes’te Göğe Yükseliş
Göğe yükseliş düşüncesine ilişkin popüler inanışlara kaynak teşkil eden ve söz konusu doktrine etimolojik olarak da dayanak oluşturan öncelikli referans aşağıdaki
Kitab-ı Mukaddes pasajıdır. “Rabb’in kendisi, bir emir çağrısıyla, baş meleğin seslenmesiyle, Tanrı’nın borazanıyla gökten inecek. İlk olarak Mesih’e ait ölüler dirilecek. Sonra biz yaşamakta olanlar, hayatta olanlar, onlarla birlikte Rabbi havada karşılamak üzere bulutlar içinde alınıp götürüleceğiz. Böylece sonsuza dek Rab ile birlikte olacağız” (1. Selanikliler, 4:16-17). Göğe yükseliş doktrininin savunucularından Arnold G. Fruchtenbaum bu pasajın göğe yükseliş hadisesini detaylı olarak içermese de vaadin bu pasajdan çıkarılabileceğini savunmaktadır. Bu pasaj Selanikliler’in daha önceden ölmüş olanların göğe yükseliş hadisesine nail olup olamayacaklarına ilişkin Pavlus’a yönelttikleri bir sorunun cevabıdır.185 Nitekim Fruchtenbaum’a göre, yukarıdaki pasajın öncesindeki iki cümlede Selanikliler daha önceden ölmüş olan inananların göğe yükseliş hadisesini kaçırıp kaçırmadıklarını Pavlus’a sormuştur. Pavlus daha önceden ölmüş olanların da göğe yükseliş hadisesine nail olacaklarını, hatta yaşayanlardan önce ölülerin diriltilip göğe yükseleceğini, daha sonra yaşayanların da aynı olayı yaşayacağını açıklayarak bu soruya cevap vermiştir.186 Pavlus daha önce ölmüş olan inananlar için uyku (sleep) kavramını kullanmaktadır. Bu noktada Fruchtenbaum şöyle bir açıklama getirmektedir: “Pavlus inananların ölümünü ‘uyku’ ile ifade etmiştir. Bu kavram ölüm kelimesiyle eş anlamlı olduğunda yalnızca inananlar için kullanılmaktadır. Dolayısıyla Kitab-ı Mukaddes inananların ölümünü, göğe yükseliş sırasında inananlar uyanana kadar fiziksel aktivitenin geçici olarak ertelenmesi şeklinde görmektedir. Nasıl ki uyku geçicidir, ölüm de böyledir.” Fruchtenbaum 16-17. cümlelerde Pavlus’un göğe yükseliş hadisesinin yedi aşamalı kronolojik sırasından bahsettiğini belirtmektedir:

Göğe Yükselişin Zamanı
Göğe yükselişin zamanının kesin olarak bilinemeyeceği, zira bu olayın ansızın gerçekleşeceği görüşünü çoğu Hıristiyan araştırmacı paylaşmaktadır. Ancak yine de, genel bir zamanın tayin edilmesi mümkün görülmektedir. Bunun için de bin yıllık periyotlar (dispensations) önem taşımaktadır. Dispensasyonalistlerin bin yıllık yedi dönemine göre, son bin yıl göğe yükselişi, Felaketler Dönemi’ni, Armageddon ve bin yıllık hükümdarlık sürecini içermektedir. Son dönemin yaklaştığının belirtileri olarak düşünülen ekonomik, dinî ve ahlaki bozulmalar dispensasyonalistlere göre yavaş yavaş gerçekleşmekte, dolayısıyla göğe yükselişin gerçekleşmesi de an meselesi kabul edilmektedir.

Amerikan Evanjelikleri Mesih’in Milenyum’dan önce geleceği ve gelişin yakın olduğu noktasında hemfikirdirler. Ancak Kilise’nin göğe yükselişinin Felaketler Dönemi’ne göre zamansal konumu tartışmalıdır. Buna göre Felaketler Dönemi öncesi, sonrası ve esnasında olmak üzere üç farklı görüş ortaya çıkmıştır. Göğe yükselişin Felaketler Dönemi’nden önce gerçekleşeceğini düşünenler (pretribulationists) Kilise’nin yedi yıllık Felaketler Dönemi başlamadan ve Deccal ortaya çıkmadan yeryüzünden alınacaklarını iddia etmektedirler. Göğe yükselişin Felaketler Dönemi’nin ortasında gerçekleşeceğini düşünenler (midtribulationists) kıyamet başladıktan sonra Deccal’ın ortaya çıkıp güç kazanmasından ve en şiddetli hükümlerini vermesinden önce söz konusu olayın vuku bulacağını iddia etmektedirler. Göğe yükselişin Felaketler Dönemi’nden sonra olacağını düşünenler (posttribulationists) ise Kilise’nin Felaketler Dönemi’nde dünyada var olmaya devam edeceğine ve bu dönemin sonunda Mesih’in
hakimiyeti elde etmek için döneceği zaman göğe yükselişin gerçekleşeceğine inanmaktadırlar.

ARMAGEDDON SAVAŞI

Etimoloji ve Tanım

Evanjeliklerin kıyamet senaryosunun en önemli parçasını oluşturan Armageddon, kelime olarak Kitab-ı Mukaddes’te yalnızca bir kez geçmektedir. Vahiy Kitabı’nda,
Grekçe Ἀρμαγεδδών (Armageddon) ifadesi şeytani ruhların dünya krallarını toplayacağı yerin ismi olarak zikredilmekte ve kelimenin İbranice kökenli olduğu vurgulanmaktadır.
Dolayısıyla yorumcular bu kelimeyi İbranice açısından ele almışlardır. Buna göre kelime İbranicede tepe anlamına gelen הָׁרָׁר (harar) kelimesinin kısaltılmış bir
formu olan הר (har) kelimesi ile גָׁ דד (gadad) fiilinden türeyip “buluşma yeri” anlamına gelen ve aynı zamanda Filistin bölgesinde bir yerin özel adı olarak da kullanılan מְׁ גדּוֹ
(megiddo) kelimesinin birleştirilmiş bir şeklidir ve “Megiddo Dağı” anlamına gelmektedir. Ancak günümüze kadar ulaşan İbranice metinlerde bu iki kelimenin birleşik formuna yani, (h)armageddon ifadesine rastlanmamaktadır. Dolayısıyla Vahiy Kitabı’nda kullanılan tabirin neye ya da nereye işaret ettiği tam olarak tespit edilememiş
ve tartışmalar Megiddo kelimesi üzerinde yoğunlaşmıştır. Filistin bölgesinin liman kenti olan Hayfa’nın doğusunda bulunan Megiddo bölgesi hem kara hem de deniz açısından stratejik bir nokta olarak değerlendirilmektedir. Nitekim Megiddo’nun Kenanlıların başkentlerinden biri olup Karmel Dağı ile Akdeniz arasında bağlantı sağladığı için Filistin bölgesinin en stratejik noktalarından biri olduğu iddia edilmektedir. Ayrıca bölge güneyde Antik Mısır ile kuzeyde Suriye ve eski Mezopotamya bölgesi arasında da önemli bir ticaret yolu olan Via Maris’i (Deniz Yolu) kontrol eden bir noktada bulunmaktadır. Kitab-ı Mukaddes’te burada önemli olayların gerçekleştiğinden bahsedilmektedir. Megiddo, Yeşu’nun fethettiği bölgelerden biri (Yeşu 12:21); Debora’nın Sisera’yı mağlup ettiği bölge (Hakimler 5:19); Mısır Firavunu Neko’nun Yoşiya karşısında ağır yaralar aldığı savaşın geçtiği yer (2 Krallar 23:29); Hz. Süleyman’ın onardığı kentlerden biridir (1 Krallar 9:15). Milattan önce 15. yüzyılda 3. Thutmose ile Kadeş Kralı arasında yapılan muharebe de Megiddo Savaşı olarak zikredilmektedir. Eski Ahit’te Megiddo olarak ifade edilen bölgenin düz bir vadi olduğu
belirtilmektedir (Zekeriya 12:11; 2 Tarihler 35:22). Bugün de Megiddo olarak bilinen bölge dağlık değildir. Dolayısıyla Vahiy Kitabı’nda “dağ” ismi olarak kullanılan bu
tabirin neyi ifade ettiği kapalı kalmaktadır. Bazı yorumcular Vahiy Kitabı’nda söz konusu ifadenin bağlamından yola çıkarak bu bölgenin Babil şehrine işaret ettiğini
belirtmişlerdir. Bunun dışında ifadenin herhangi bir coğrafi bölgeye işaret etmediği, Tanrı ile Şeytan arasındaki son çarpışmaya dikkat çeken ve buluşma yeri manasına
gelen bir isim olduğu şeklinde yorumlar da yapılmaktadır. Söz konusu tabirle ilgili başka bir yorum da kelimenin Tanrı’nın karşısında yer alanların bozguna uğrayışını
ifade eden bir sembol olarak kullanılmasıdır. Kanlı karşılaşmalara sahne olmasından ve literal olarak da “katletme, öldürme” gibi anlamlara geldiği şeklinde yapılan
yorumlardan hareketle buranın Tanrı’nın düşmanlarının katledileceği “katliam dağı” anlamına geldiği de iddia edilmiştir. Hem literal olarak Megiddo Dağı manasını hem
de kazanılan zaferleri ifade eden bir özdeyiş anlamını bir araya getirerek kullanılmasıyla kelimeye derin bir mana verenler de olmuştur. Söz gelimi, Osmanlı Ordusu’nu Jezreel Vadisi’nde yenilgiye uğratan İngiliz general Edmund Allenby’a elde ettiği başarıdan dolayı “Armageddonlu” ve “Megiddolu” Allenby (Allenby of Armageddon, Allenby of Megiddo) şeklinde lakap takılmıştır. Hıristiyan çoğunluklu ülkelerde Armageddon kelimesi dinî anlamı dışında yeryüzünde meydana gelen doğal ve çevresel felaketler için de kullanılmaktadır. Armageddon kelimesinin, bir bütün olarak kıyamet sürecinde yaşanacak felaketlerin eş anlamlısı olarak da kullanımına rastlamak da
mümkündür.

Kitab-ı Mukaddes’i bir kehanetler kitabı olarak yorumlayan Evanjelikler ise, son bir savaşın yaşanacağı yer olarak yorumlanan “İsrail’in dağları” (Ezekiel, 38:8),
“Yehoşafat Vadisi” (Yoel, 3:2), “Zeytin Dağı” (Zekeriya, 14:4) gibi ifadelerin Siyon (ya da Kudüs) çevresine işaret ettiğini, dolayısıyla Armageddon’un da Megiddo Ovası’nı
çevreleyen tepelere işaret ettiğini düşünmektedirler. Buna göre Megiddo düzlüğü, Tanak Vadisi, Jezreel Vadisi (Arapça: Merc İbn Âmir), Esraelon düzlüğü olarak anılan
bölgeler hemen hemen aynı yere, yani Deccal’ın ordularını toplayacağı yere işaret etmektedir.348 Evanjeliklere göre Armageddon ile Vahiy Kitabı’nda kastedilen bölge,
Jezreel Vadisi’nin yaklaşık 80 km kuzeyinde yer almakta ve Megiddo şehrinin yakınlarında bulunmaktadır.349 Armageddon kelimesinin Kitab-ı Mukaddes’te yalnızca
bir kere yer alması Evanjelikler açısından problem teşkil etmemektedir. Zira Kitab-ı Mukaddes’te Armageddon Savaşı’na işaret eden pek çok referanstan bahsetmek
mümkündür (Daniel, 11:40-45; Yoel, 3:9-17; Zekeriya, 14:1-3; Vahiy, 16:14-16 vb.).

Armageddon Savaşı’nın Aşamaları

Felaketler Dönemi, başlangıcından itibaren Deccal ve Deccal’ın karşısında yer alan güçlerin sürekli mücadele halinde olduğu bir kaos sürecidir. Armageddon Savaşı da
Felaketler Dönemi’nin sonunda Deccal ve karşıtları arasında gerçekleşeceği beklenen mücadeleler için kullanılan bir tabirdir. Armageddon, aslında tek bir savaşı içermemektedir. Aksine bu dönemde Deccal’ın dünya üzerindeki çeşitli krallarla; Yahudilerle ve son olarak Mesih ile savaşacağı en az üç farklı karşılaşmadan bahsetmek
mümkündür. Bu yüzden bazı yorumcular “Armageddon Savaşı” (Battle of Armageddon) yerine “Armageddon Savaşları” (Campaign of Armageddon) demeyi tercih etmektedirler.
Evanjeliklerin Armageddon Savaşı ile ilgili tek ve değişmez bir senaryosundan bahsetmek mümkün değildir. Ortak bazı kavram ve olay örüntüleri bulunsa da tüm Evanjeliklerin aynı şekilde bir Armageddon Savaşı inancına sahip olduğunu söyleyemeyiz. Burada Evanjeliklerin kimi zaman birbirinden farklı görüşlerini bir araya
getirerek anlaşılır bir örüntü halinde sunmaya çalışacağız.

Deccal’ın Güçlerinin Toplanması
Armageddon Savaşı’nın ilk aşaması, Deccal’ın son savaş için yanında yer alacak askeri güçleri Megiddo ovasında toplamasıdır. Armageddon’un başlangıcı, dolayısıyla
da ilk aşaması olarak yorumlanan altıncı kâse hükmünü içeren pasaj, daha önce de zikredildiği gibi gündoğusundan gelen kralların yolunu açmak için Fırat Nehri’nin
kuruyacağından bahsetmektedir (Vahiy, 16:12-16). “Gündoğusundan gelen krallar” ile kimlerin kastedildiği Evanjelikler arasında tartışmalıdır. Bazı Evanjelikler söz konusu
krallar ile Vahiy Kitabı’nda daha önce bahsi geçen iki yüz milyon kişiden oluşan ordunun (9:16) aynı gruba işaret ettiğini düşünmektedir. Her ne kadar iki yüz milyon
sayısının çok büyük olmasından ve dünyanın henüz bu kadar kalabalık sayıda askerden oluşan bir orduya şahit olmamasından dolayı bu rakamın sembolik olduğunu
söyleyenler olmuşsa da Evanjelik yorumcular genelde bunun lafzi olarak anlaşılması gerektiğini söylemektedirler. Buna göre, gündoğusundan gelen bahsi geçen büyük
ordunun nüfus bilgisi dikkate alındığında Çinliler olması muhtemeldir. Söz gelimi Çin’in 16-49 yaş arası askeri hizmete uygun üç yüz on dört milyon erkek vatandaşı
olduğuna dikkat çeken Walvoord, buradaki ordunun Çin’den gelecek bir ordu olabileceğini iddia etmiştir. Buna göre doğudan gelecek bu ordu Deccala karşı savaşacak ve dünya hakimiyetini ele geçirmeye çalışacaktır. Öte yandan Fruchtenbaum’a göre ise, borazan hükümlerindeki “iki yüz milyon” kişiden oluşan ordu ve kâse hükümlerindeki “doğunun kralları” olarak ifade edilen gruplar birbirinden farklıdır ve Çin’e işaret etmemektedir. Ona göre, iki yüz milyonluk ordu şeytani ve doğaüstü güçlere sahiptir ve bu ordunun insanlardan oluşması mümkün değildir. Ayrıca söz konusu ordunun Fırat Nehri ile ilişkilendirilmesi de Çin ile coğrafi bakımdan bir uyumsuzluk olarak değerlendirilmektedir. Fruchtenbaum, Kitab-ı Mukaddes’te doğu kralları ifadesi ile Mezopotamya bölgesindeki krallıkların, yani Asur ve Babil’in kastedildiğini iddia etmektedir. Dolayısıyla doğudan gelen krallar, Deccal’ın merkezi olan Babil ve civarındaki krallıklardır. Netice itibariyle doğu krallarının Deccal’ın müttefiği ya da muhalifi olarak yorumlanması senaryonun ilerleyişini çok fazla etkilememektedir. İki farklı yorum birleştirildiğinde Fırat Nehri’nin kuruması, Deccal’ın doğudaki müttefik veya muhaliflerinin savaş alanına geçişlerini kolaylaştıracak bir etken olarak yorumlanmakta ve Armageddon’un ilk aşaması Deccal’ın ordularını Megiddo’da toplaması şeklinde ifade edilmektedir.
Armageddon’un başlangıç aşamasında vurgulanan bir diğer husus Fırat Nehri’dir. Fırat Nehri, tarih boyunca doğudan gelen saldırılara karşı askeri açıdan önemli bir set
vazifesi görmüştür. 1980’li yıllarda Fırat Nehri’nin sularını kontrol etmek için yapılan Atatürk Barajı’nın kolay bir şekilde bu set işlevini ortadan kaldırabileceği ve dolayısıyla
da bu kehanetin içinde bulunduğumuz zamanda gerçekleşebileceği iddia edilmektedir.

Deccal, Armageddon’u başlatmak için Babil’deki ordularının Megiddo Ovası’nda toplanması adına bir ferman yayınlatacaktır. Bu fermana uymak istemeyecek krallıkları
ikna etmek için doğaüstü ve şeytani birtakım güçler kullanacaktır. Deccal’a ait askeri güçlerin toplanmasının arka planında Yuhanna’nın bahsettiği üç kötü ruhun yer alacağı ve bu ruhların orduları şeytani faaliyette bulunmaları için etkileyeceklerinden bahsedilmektedir (Vahiy, 16:13-16). Ayrıca Lindsey’e göre, hitabeti güçlü olan
Deccal krallıkları ikna etmek için bu son savaşın ardından sonsuza dek sürecek bir barış ortamı vadeden etkileyici konuşmalar yapacaktır. Deccal’ın Megiddo’da kendisi adına savaşmak üzere topladığı ordulara ilk olarak güney kralı savaş açacaktır, daha sonra kuzey kralı da bu savaşa katılacaktır. Kitab-ı Mukaddes’teki “güney kralı” ifadesinin Mısır ve Afrikalı müttefiklerine; kuzey kralının da İsrail’in kuzeyinde bulunan ülkelere (Türkiye, Suriye ya da Rusya) işaret ettiği söylenmektedir. Deccal ve ordusu bu ordulara karşı saldırıda bulunarak onları hezimete uğratacak ve böylece Armageddon’un ilk karşılaşmasını kazanacaktır. Deccal bu karşılaşmadan sonra başta Avrupa’daki on krallık olmak üzere dünya üzerindeki müttefiklerinden destek isteyecek ve fetih planlarına başlayacaktır. Evanjelik kaynaklar Deccal’ın Mısır, Libya ve Etiyopya dahil pek çok ülkeyi eline geçireceğinden bahsetmektedir Bu esnada doğudan büyük bir ordunun kendisine savaş açacağına yönelik gelen haberden tedirgin olsa da kararlılığını bozmayacak ve gelen orduyla çarpışmak için öncü birliklerini Zeytin Dağı’nda hazır tutacaktır (Daniel, 11:44).

Kudüs’ün Düşmesi

Deccal’ın merkezi olan Babil’in yıkılması onun ekonomik güç kaynaklarına darbe vuracak ve siyasi gücünü zayıflatacaktır. Ancak daha önceden ordularını Armageddon’da toplamış olması, askeri gücünü sürdürmesini sağlayacaktır. Babil’in ele geçirildiğini duyan Deccal, başkentine saldıranlara karşı koymak için doğuya gitmek yerine; ordularıyla güneye, yani Kudüs’e yönelecektir. Deccal, Jezreel Vadisi’nde toplanan ordularıyla, Kudüs’ü ele geçirecek ve böylece Kudüs, gentilelerin kontrolüne geçmiş olacaktır. Yahudilerin bir kısmı esir alınırken geride kalanlar kaderlerini bekleyecektir. Evanjeliklere göre, Deccal’ın Kudüs’ü ele geçirmesi kolay olmayacaktır. Deccal’a karşı koymak için Yahudilerin ilahi güçle donatılacaklarına/ilahi yardım alacaklarına (Zekeriya, 12:4-9; Micah, 4:13; 5:1) ve böylece Deccal’ın ordusunda büyük kayıplar meydana getireceklerine inanılmaktadır. Bu durum, Tanrı’nın, İsa’nın ikinci gelişiyle tamamlanacak ilahi müdahalenin kısmi bir boyutu olarak yorumlanmaktadır. Ancak nihayetinde Deccal bu karşılaşmadan galip ayrılacaktır.

Deccal’ın Ordularının Bozrah’ta Toplanması

Evanjeliklere göre Deccal’ın temel amacı Yahudileri yok etmek ve böylece Mesih’in yeryüzüne gelişini engelleyerek Tanrı’nın planını bozmaktır. Bu yüzden Kudüs’ü ele geçiren Deccal daha sonra Kudüs dışındaki diğer Yahudileri katletmek için harekete geçecektir. Kudüs’e “çirkin şey”in konulmasıyla Yahudilerin Edom topraklarındaki Bozrah’a kaçacaklarından daha önceden bahsedilmişti. LaHaye’e göre Yahudilerin daha önceden kaçtıkları bu yer Seir Dağı’nın sarp ve ıssız alanlarıdır. Onları arayıp bulmaya çalışan Deccal’ın Megiddo Ovası’ndan sonra ordusunu toplayacağı yer Bozrah olacaktır (Yeremya, 49:13-14; Mikah, 2:12).372 Bu bölgelerin Kudüs’ün yaklaşık 120 km güneyindeki Bozrah ve Petra olacağı düşünülmektedir.

İsrailoğullarının Bir Araya Gelmesi

Evanjeliklere göre, Deccal’ın ordularıyla Bozrah’ta toplanması Armageddon Savaşı’nın son üç gününün başlamasına, yani İsa’nın ikinci gelişine üç günün kaldığına
işaret etmektedir. Fruchtenbaum, İsa Mesih’in ikinci gelişinden hemen önce Yahudilerin günahlarını itiraf edeceklerinden (Levililer, 26:40-42; Yeremya, 3:13; İşaya 53:1-9) ve Mesih’in geri dönüşü için acı çekip yalvaracaklarından (Zekeriya, 12:10; Matta, 23:37-39) bahsetmektedir. Buna göre, bir zamanlar İsa’nın Mesih olmadığını iddia eden Yahudi liderleri, Felaketler Dönemi’nin sonuna doğru hatalarının farkına vararak İsa’yı Mesih olarak kabul ettiklerini Yahudilere tebliğ edeceklerdir. Deccal’ın orduları Yahudileri katletmek için toparlanırken, Yahudiler Felaketler Dönemi’nin son üç gününün ilk ikisinde günahlarını itiraf edecekler, üçüncü gün ise kurtuluşa ereceklerdir. Her ne kadar Kitab-ı Mukaddes’te açıkça belirtilmese de bu fikir değişiminde hem kutsal kitapların, hem daha önceden Mesih’i İsa olarak kabul ederek Hıristiyan olan 144000 Yahudi’nin, hem de iki şahidin vaazlarının etkili olacağı düşünülmektedir. Günahlarını itiraf eden Yahudiler, içinde bulundukları kötü durumdan (Kudüs’ün düşmesi, çirkin şey, Yahudilerin üçte ikisinin öldürülmesi vs.) onları kurtarması ve kendilerine kötülük yapanları cezalandırması için Mesih’e yalvaracaklardır. (Zekeriya, 12:10-13:1; İşaya, 64:1-12; Özdeyişler, 79:1-13). Böylece itirafın üçüncü gününde Kutsal Ruh vasıtasıyla İsrail bir ulus olarak yeniden bir araya gelecek ve mutlak anlamda kurtuluşu gerçekleşecektir. Nihayetinde İsrailoğulları’nın itirafını ve yakarışlarını duyan Tanrı, onların dualarına icabet ederek kehanetleri gerçekleştirecektir (İşaya, 53:1-9; 3; Romalılar, 11:25). 377 Bu süreçte onları Felaketler Dönemi’nde sapkınlığa sürükleyen Sahte Peygamber de öldürülecektir (Zekeriya, 13:2- 6).

Mesih’in İkinci Gelişi

Mesih’in gelişinden önceki Kudüs anlatıları son derece dramatiktir. Kent düşman eline geçecek, Yahudilerin evleri yağmalanacak, kadınların ırzına geçilecek, nüfusun yarısı sürgüne gönderilecektir (Zekeriya, 14:2). Savaşın en şiddetli zamanında ve inananların umudu tükenmek üzereyken beyaz at üzerinde, başında taç olan ve kana
batırılmış kaftan giydirilmiş İsa Mesih yeryüzüne ikinci kez gelecektir (İşaya, 63:1-6; Vahiy, 19:11-13).378 İsa’nın göğe yükselişi gerçekleştirmek için geri gelişi huzur verici bir olay olarak tasvir edilirken, Felaketler Dönemi sonundaki geri gelişinin korku salacağı ifade edilmektedir. Zira İsa’nın ilk gelişi dünyayı kurtarmak için; göğe yükseliş için gelişi Kilise’yi kurtarmak için, ikinci gelişi yargılamak içindir. Kitab-ı Mukaddes’te İsa’nın tıpkı göğe yükseltildiği şekilde yeryüzüne ineceği belirtilmektedir (Akitler, 1:11). İsa, bulutlar içinde, fiziksel ve herkesin görebileceği şekilde gökyüzüne yükselmiştir (Matta, 24:30). Dolayısıyla Evanjelikler İsa’nın fiziksel değil de manevi olarak dönmesini ya da konuya ilişkin alegorik yorumları kabul etmezler.

İsa Mesih’in yanında beyaz keten elbiseler giymiş ordular da bulunacaktır (Vahiy, 19:14). “Ordular” ifadesinin çoğul olmasından dolayı İsa ile en az iki farklı grubun
yeryüzüne döneceği iddia edilmektedir. Buna göre bir ordu meleklerin oluşturduğu ordudur (Matta, 16:27). Diğeri ise daha önceden göğe yükseltilen Hıristiyanların yeni
bedenleriyle dirilerek oluşturacakları ordudur. Kitab-ı Mukaddes’e göre Tanrı yeryüzüne yüzbinlerce kişilik ordularıyla gelecektir (Yahuda, 1:14; Tesniye, 33:2); dünyaya geri döndükten sonraki faaliyetlerinde ise yalnız olacak (İşaya, 63:3-5) ve tek başına savaşacaktır (İşaya, 63:3, 5). İsa’nın yeryüzüne geri dönüşü bir şimşeğin çakması gibi aniden olacaktır (Matta 24:27). Yine İsa’nın yeryüzüne döndüğü, semada birtakım işaretlerle belli olacaktır (Matta 24:30). Lindsey bunun semada devasa boyutta bir yansıma gibi bir şey olacağını ve çarmıhtaki izlerinden hareketle herkesin İsa’yı tanıyacağını belirtmektedir. Ayrıca İsa’nın yeryüzüne inişi doğal olaylarda da birtakım değişiklikler meydana getirecektir (Matta 24:29; Habakkuk, 3:9-11). Lindsey’e göre, Mesih yeryüzüne adım atar atmaz Zeytin Dağı büyük bir depremle ikiye yarılacaktır (Zekeriya, 14:4). Bu yarıktan Yahudiler kaçacaktır (Zekeriya, 14:5). Mesih’in dünyaya geri döneceği bölgenin neresi olduğu konusu tartışmalıdır. Bugün Ürdün sınırları içinde yer alan Bozrah (Mikah ,2:12-13) ve Edom (İşaya, 34:5-6, 63:1); Filistin bölgesinde Paran (Habakkuh, 3:3) ve Zeytin Dağı gibi bölgeler İsa’nın geri döneceği yer konusunda zikredilmektedir. Bunun dışında Mesih’in Armageddon savaş alanına ineceğini iddia edenlerden de bahsetmek mümkündür. Bu husustaki görüşler uzlaştırılarak Mesih’in yeryüzüne geldiğinde mücadelesine Bozrah tarafında başlayacağı ancak savaş alanı Kudüs’ü bir bütün olarak kapsayacak şekilde genişleyeceği şeklinde çıkarımlar bulunmaktadır. Buna göre, savaşa Bozrah’ta başlayan uluslar sonunda Kudüs’ün ve Zeytin Dağı’nın güneydoğusunda yer alan Yehoşapşat Vadisi’nde toplanacaktır (Yoel, 3:12).

Mesih yeryüzüne döndüğünde karşısında savaşacağı iki grup olacaktır: Deccal ve Deccal’a karşı savaşan doğu kralları. Birbiriyle savaşan bu gruplar Mesih geldiğinde güçlerini ona karşı birleştirecektir (Vahiy 19:19). Mesih halkına, yani Yahudilere ve Kudüs’e zarar veren ulusların üzerine İsrail adına yürüyecek ve ilk olarak Bozrah’ta
saklanan Yahudileri, daha sonra Kudüs’teki Yahudileri kurtaracaktır (Zekeriya, 12:3, 7; Habakkuk, 3:12-13).388 Kudüs’e karşı savaşanların daha sağken bedenleri, gözleri ve
dilleri çürüyecek; herkes panikten birbirine saldıracaktır (Zekeriya, 14:12-13). İsa’nın Deccal’ı “ağzının soluğuyla ve gelişinin görkemiyle” yok edeceği belirtilmektedir (2.
Selanikliler, 2:8). Deccal’ın katledilmesi kolay olacak hatta bu durum, şahit olanların dikkatini celbedecektir (İşaya, 14:16). Deccal’ın bedenini toprak kabul etmeyecektir (İşaya, 14:19-20). Deccal ve sahte peygamber diri diri kükürtle tutuşturulmuş ateş gölüne (Lake of Fire) atılacaklardır (Vahiy, 19:20). Ayrıca Deccal’ın soyundan gelenler
de katledilecek böylece yönetimde hak iddiasında bulunmaları engellenecektir (İşaya, 14:21). Geri kalanları ise Mesih öldürecek ve yeryüzündeki kuşlar maktullerin cesetleriyle doyacaktır (Vahiy, 19:21). Deccal’ın orduları yok edilecektir (Zekeriya, 14:12-15). Ayrıca Deccal’ın ölümüyle büyük bir sevinçten bahsedilmekte, çam ve sedir
ağaçlarının bile mesrur olacağına işaret edilmektedir (İşaya, 14:1). Savaş sonrası çok büyük kayıplar olacaktır. Öldürülenlerden geri kalanlar üzerine göklerden kuşlar
musallat olacaktır ve bu durum “Tanrı’nın şöleni” olarak ifade edilmektedir (Vahiy,19:17).
Mesih’in mutlak zaferinden sonra Felaketler Dönemi’ni sona erdirecek yedinci kase hükmü işleme konulacaktır. Bu hükümle yeryüzünde daha önce hiç görülmemiş
büyük bir deprem olacak, coğrafi anlamda dünyada bir takım değişiklikler meydana
gelecektir (Vahiy, 16:19) ve yeryüzü Tanrı Krallığı için hazır hale getirilecektir.
Yedinci kase hükmü ile Tanrı’nın krallığının kurulması arasında 75 günlük bir hazırlık sürecinden bahsedilmektedir (Daniel, 12:11-12). Bu süreçte mabede konulan çirkin şey kaldırılacak (Daniel, 12:11), Deccal diri diri Ateş Gölü’ne atılacak (Vahiy, 19:20; İşaya, 14:20), Şeytan hapsedilecek (Vahiy, 20:1-3); gentileleler yargı günü için Yehoşapşat Vadisi’nde toplanacak; inançlı olarak ölmüş olanlar diriltilecektir.

TANRI’NIN KRALLIĞI

Etimoloji ve Tanım

Evanjeliklere göre İsa Mesih yeryüzüne dönüp buradaki son savaşı nihayete erdirdikten sonra Tanrı Krallığı’nı kuracaktır. Tanrı Krallığı’nı ifade etmek için İngilizcede kullanılan Kingdom of God tabiri, Kitab-ı Mukaddes’te 67 kere geçmektedir. İbranice metinlerde מלְׁכוּת (malkût), Grekçede ise βασιλειά (basileia) şeklindedir. Tanrı Krallığı ifadesi ilk dönem Eski Ahit metinlerinde yer almamakta; Süleyman’ın Mezmurları gibi daha geç dönem metinlerde yer almaktadır. Tanrı Krallığı ifadesi dışında Kitab-ı Mukaddes’te Göklerin Krallığı ifadesi bulunmaktadır. Bu iki kavramın iki ayrı krallığa işaret ettiğine dair görüşler bulunsa da yaygın kanaat bunların aynı anlama geldiği yönündedir. Matta İncili’nde Göklerin Krallığı ve Tanrı Krallığı ifadeleri aynı anlamda kullanılmıştır (Matta, 19:23-24). Evanjeliklerin birçoğuna göre Tanrı Krallığı lafzi olarak anlaşılmalıdır ve gerçek bir krallığa işaret etmektedir. Krallığın Eski Ahit’te İbranice karşılığı olan “malkut” kavramı ve Yeni Ahit’te Grekçesi “basileia” kelimeleri “bir kralın hakimiyet ve yönetimi” gibi anlamlara gelmektedir. Daniel’de yeryüzünde dört büyük krallık olacağından bahsedilmektedir. Bu krallıklar Babil, Pers, Yunan ve Roma olarak yorumlanmaktadır. Daniel’e göre dördüncü krallığı, yani Roma’yı fethedecek olan beşinci bir krallık vardır (7:13-27). Bu beşinci krallık Tanrı Krallığı’na işaret etmektedir.

Kitab-ı Mukaddes’te Tanrı Krallığı

Hıristiyanlıkta Tanrı Krallığı doğal bir süreç olarak Yahudilikten beslenmiştir. İsa’nın yaşayıp tebliğde bulunduğu süreç, Yahudilikte krallığa yönelik beklentilerin öne çıktığı bir dönemdir. İsa da bu dönemde krallığın çok yakın olmasından bahsetmiştir (Markos, 1:15). Bununla birlikte Kitab-ı Mukaddes’te halihazırda mevcut olan (Luka, 16:16; Matta, 21:31; Luka, 11:52; Luka, 17:20-21) ve gelecekte kurulacak (Markos, 9:47; 10:23; 14:25; Matta, 7:21) olduğu belirtilen iki ayrı Tanrı Krallığı anlatımından bahsetmek mümkündür. Bu farklı anlatımlardan hareketle Hıristiyanlar arasında farklı yorumlar ortaya çıkmıştır. Söz gelimi, Katoliklere göre Tanrı Krallığı, çarmıhtan sonraki dirilişle başlayıp devam eden dolayısıyla şu an var olan bir şeydir. Ortodokslar ise Tanrı Krallığı ile Kilise’nin kastedildiğini iddia etmektedirler. Protestanların genel kanaatine göre ise Tanrı Krallığı maddi değil, manevidir ve kişinin kendisindeki Tanrı bilgisine işaret etmektedir.396 Evanjeliklere göre ise Tanrı’nın hakimiyeti tarih boyunca yeryüzünde farklı şekillerde tezahür etmiştir. Bu anlamda Tanrı Krallığı hem halihazırda mevcut olan hem de gelecekte var olacak bir şeydir. Ancak özel anlamda, yani her yönüyle tam bir krallık olan Tanrı Krallığı ancak Mesih’in gelmesinden sonra kurulacaktır. Evanjeliklere göre Tanrı Krallığı, vaadinden hiçbir zaman dönmeyen Tanrı anlayışı açısından önem taşımaktadır. Filistin topraklarının tamamının İsrailoğulları’na verileceği konusunda İbrahim’e (13:15), soyundan Mesih’in gelişine kadar devam edecek bir krallığın kurulması hususunda Davud’a (2. Tarihler, 6:16) ve İsrailoğullarının tamamının Filistin topraklarında toplanacağına dair Musa’ya (Tesniye, 30:1-10) verilen vaatler henüz gerçekleşmemiştir. Tanrı’nın İsrail ile ilgili söz konusu vaatlerinin gerçekleşebilmesi için Tanrı Krallığı’nın kurulması elzemdir. Evanjeliklere göre bu krallık bin yıl sürecektir. Bin yıllık süreci ifade etmek için kullanılan milenyum tabiri Kitab-ı Mukaddes’te doğrudan yer almasa da Vahiy Kitabı’nda Armageddon ile Şeytan’ın nihai isyanı arasındaki süreci ifade etmek için kullanılan “bin yıl” ifadesi lafzi olarak değerlendirilip Tanrı Krallığı’nın süresi olarak yorumlanmaktadır.

Uluslar, Tanrı’nın hüküm vermesi için Armageddon sürecinin nihayete erdiği Yehoşapşat Vadisi’nde toplanacaktır. Tanrı, tahtına oturacak ve ulusları önünde toplayacak daha sonra amellerine göre insanları ayıracaktır (Matta, 25:31-46). Mesih, krallığın yönetiminde şehit ve azizleri, yani Mesih’in gelini olarak ifade edilen Gerçek Kilise’nin mensuplarını kendisine yardımcı olmaları için görevlendirecektir (Vahiy, 20:4). İnananlar bu dünyadaki amellerine göre krallıktaki yönetimde derece sahibi olacaklardır (Luka, 19:17). Farklı insan ve milletleri bünyesinde barındırmasına rağmen bu krallıkta barış ortamı hakim olacaktır (İşaya, 2:2- 4; 11:6-9). Bebek ölümleri olmayacak ve en az yaşam süresi 100 yıl olacaktır (İşaya, 65:17-25). Tanrı Krallığı için göklerde ve yerde birtakım yenilenmelerin olacağından da bahsedilmektedir. Yeryüzünün krallık için yenilenmesi İsrail’den başlayacaktır (Hezekiel, 47). İsrail bölgesel olarak oldukça genişleyecek ve çölleri verimli topraklara dönüşecektir. Ürünler bereketlenecek, meyve vermeyen ağaç kalmayacaktır. Bütün meyveler gıda olarak tüketilebilecek, yaprakları da şifa olacaktır (Hezekiel, 47:12). Krallıkla ilgili anlatılar cennet tasviri gibidir. Barış ve esenlik olacaktır. Vahşi hayvanlar olmayacaktır. İnsanlar huzur içinde yaşayacaktır. Her ev bereketli olacak böylece hırsızlık olayı yaşanmayacaktır. Evanjelikler Tanrı Krallığı’nın bu dünyada kurulacağına inanmaktadırlar. Bu anlamda Tanrı Krallığı ile cennet birbirinden farklıdır. Tanrı Krallığı bin yıl sürecekken cennetin sonsuz olacağına inanılmaktadır. Evanjeliklere göre bin yıllık barış dönemi sonunda yargı günü gerçekleşecek ve cennetcehennem daha sonra başlayacaktır.

Adem ve Havva’nın cennetten kovulmalarından itibaren Şeytan ve Mesih arasında bir savaşın başladığını düşünen Evanjeliklere göre, Deccal son savaşta mağlup edildikten sonra dünya günahlardan temizlenecektir. Böylece Tanrı Krallığı’na sadece salih insanlar girecektir (Psalms 24:1-6). Bununla birlikte, Evanjeliklere göre krallığa ilk ulaşan insanların soyundan gelenler günaha eğilimli olma özelliğini taşıyamaya devam edecektir. Milenyumda doğanların pek çoğu Mesih’i kurtarıcı olarak kabul edip iman edecekken az bir kısmı günaha meyyal olacaktır. Katı yönetimiyle Mesih, bin yıllık krallıktaki bazı günahların üstesinden gelecektir. Günahların her türlüsünden kurtulmak ancak milenyum sonunda sonsuz olarak yaratılacak olan cennette mümkün olacaktır. Ancak o zaman Tanrı insanların gönüllerini kendisine itaate mahsus kılacak ve böylece günah ortadan kalkacak, Tanrı’nın katı yönetimine de ihtiyaç kalmayacaktır. Günahkar doğası insanı itaatsizliğe sürükleyecek, Mesih’i kurtarıcı olarak kabul ederek Tanrı Krallığı’na dahil olmuş insanların nesilleri iman ile küfür arasında seçim yapabileceklerdir. Krallıkta ölüm, sadece tercihini küfürden yana kullananlar için geçerli olacaktır. Yeni doğanlardan inançsız ve günahkar olanlar ancak 100 yaşına kadar yaşayabilecektir. 1000 yıl yaşamak için inançlı olunması gerekecektir. Ayrıca krallıktaki inanmayanların tamamı gentile olacaktır, Yahudilerin tamamı bin yıl yaşayacaktır. Yahudiler gentileler için namzet teşkil edecektir (İşaya, 62:2). Ayrıca krallıkta İsmail’in soyundan gelenlerle Yahudilerin barış içinde yaşayacağı da belirtilmektedir. Evanjeliklere göre, bin yıllık krallığın sonunda milenyum döneminde doğanları sınamak için son bir imtihan olacaktır. Krallığın başında hapsedilen ancak bin yılın sonuna doğru serbest bırakılacak olan Şeytan, krallıkta günaha meyyal olanları aktif bir şekilde isyana teşvik edecektir (Vahiy, 20:7). Şeytan’ın insanlarla bu mücadelesi de Gog Magog diye isimlendirilmektedir.

Evanjelikler, Tanrı Krallığı ve insanların durumunu bu açıdan Eden Bahçesi ile Adem ve Havva’nın ilişkisine benzetmektedirler. Orada da her açıdan mükemmel bir hayat olmasına rağmen Adem ve Havva günah işlemeyi tercih etmiştir. Benzer şekilde krallıktaki bazı insanlar da kandırılarak Şeytan’a tabi olacaklar ve isyan başlatacaklardır. Şeytan isyancılarla birlikte kutsalların bulunduğu bölgeyi işgal etme girişiminde bulunacak ancak Mesih buna izin vermeyecek ve düşmanlarını sonsuza kadar cehenneme yollayacaktır (Vahiy 20:9). Geriye kalanlar ise ölümsüzleştirilecektir (Vahiy 20:7-15). Tanrı’ya son başkaldırı olarak yorumlanan bu isyandan sonra günah ve kötülük tamamen ortadan kaldırılacaktır. Tanrı yeryüzünü yüksek sıcaklıkla yok edecek (2 Peter 3:10, 13. Ve böylece krallık form değiştirerek cennet haline gelecektir.
Şeytan’la yapılan son savaştan sonra Büyük Beyaz Taht Hükmü verilecektir. Bu küküm günü yeryüzü ile cennet arasında bir yerde olacaktır ve burada iyi ve kötü bütün insanlar diriltilecek ve yargılanacaktır. İnsanlar yeryüzündeki amellerine göre sonsuza dek kalacakları nihai mercilerine yerleşecektir. Milenyumun sona ermesinden sonra
yeni bir yeryüzünde, yani cennette kutsallar Mesih’le sonsuza dek hüküm sürecektir.

Felaketler Dönemi’nin İkinci Yarısında Gerçekleşecek Olaylar

Felaketler Dönemi’nin ortasında başlayacağı zikredilen olaylar, ikinci yarısında da devam edecektir. Dolayısıyla ikinci yarı, hem zaten başlamış olayları hem de yedinci borazan hükmünü ve devamında Vahiy Kitabı’nın 15-16. bölümlerinde anlatılan Kase Hükümlerini (Bowl Judgments) içermektedir. Tıpkı yedinci mühür hükmünün yedi borazan hükümlerini içermesi gibi, yedinci borazan hükmü de yedi kase hükümlerini içermektedir. Kase hükümleri, Tanrı’nın azabının sonlanmasına işaret etmektedir.
Dolayısıyla bu son yedi hüküm önceki hükümlerle hüküm sonuçları açısından birtakım benzerliklere sahipken, sonuçların daha şiddetli olması ve Tanrı’nın yeryüzüne gönderdiği cezaların nihayete ermesi bakımından önceki hükümlerden farklıdır. Borazan hükümlerinde de kase hükümlerinde de sıralama yeryüzü, deniz, nehir ve göller, güneş, karanlık, Fırat Nehri, kasırga ve deprem şeklindedir. Ancak borazan hükümlerinin ilk dördü yeryüzünün üçte biri ile ilgiliyken kase hükümleri bütün dünyayı kapsayan daha şiddetli hükümlerdir.

İlk hüküm canavarın mührünü „666 sayısı“ alınlarında taşıyanlara yöneliktir. Bu hüküm Deccal’a ibadet edenlerin bedenlerine büyük acı veren yaralar açacaktır (Vahiy,
16:2). Bu yaralar çıban ya da tümör olarak yorumlanmaktadır. Bu hüküm Mısır’dan kaçıştaki altıncı felakete benzemektedir (Çıkış, 9:9-11). İkinci hüküm denizin kana dönüşmesi ve içinde yaşayan bütün canlıların ölmesi ile sonuçlanacaktır (Vahiy, 16:3). Bu hüküm hem ikinci borazan hükmüyle hem de Mısır’daki ilk felakete (Çıkış, 7:20-25) benzemektedir. Üçüncü hükümle ırmak ve su pınarları kana dönüşecektir ve bu hususta yeryüzünde Tanrı’ya inananların kanını döken insanların içeceklerini temin ettikleri kaynakların kana dönüştürülmesinin adil bir ceza olduğu düşünülmektedir (Vahiy, 16:4-7). Dolayısıyla bu hüküm bir nevi kısas olarak düşünülmektedir. Dördüncü hüküm, güneşe insanları yakma gücü verecektir. Ancak insanlar böyle bir afet karşısında Tanrı’dan af dilemek yerine ona küfredeceklerdir (Vahiy, 16:8-9). Burada güneşe verilen yetki, ısısının aşırı bir şekilde yükselmesi ve çevre kirliliğinin ozan tabakasını aşındırması ile insanların güneşin zararlı ışınlarına doğrudan maruz olabileceği şeklinde
yorumlanmaktadır. Beşinci hükümde kase, canavarın krallığına dökülecek ve bu krallığın hükümranlığı karanlığa gömülecektir (Vahiy, 16:10). Böylelikle Deccal’ın yeryüzündeki geçici hakimiyeti sona erecektir. Hem beşinci borazan hükmünde hem de Mısır’daki dokuzuncu felakette yeryüzüne karanlık çökmesinden bahsedilmektedir. İsa’nın çarmıha gerilmesiyle Roma İmparatorluğu’nun karanlığa büründüğü iddiasından hareketle böyle bir karanlığın yeniden canlanmış Roma’yı temsil eden Deccal’ın imparatorluğuna da çökebileceği düşünülmektedir. İnanmayanlar çektikleri acılardan dillerini ısıracaklar, tövbe etmemekte ve Tanrı’ya küfretmekte ısrar edeceklerdir (Vahiy, 16:11). Bu hükümleri Evanjelikler genelde Tanrı’nın doğaüstü fiilleri olarak yorumlamaktadır. Bununla birlikte bu hükümlerin Tanrı’nın müsaade ettiği nükleer bir savaşa işaret ettiği, böyle bir savaşın da benzer sonuçlar doğurabileceği de düşünülmektedir. Altıncı hükümle gündoğusundan gelen kralların yolunun açılması için Fırat Nehri kuruyacaktır (Vahiy, 16:12). İki yüz milyon askerden oluşan Doğu kralları ordusunun Asya’dan Suriye üzerinden Armageddon Savaşı’nın yapılacağı yere ulaşması için Fırat Nehri’nin kuruması gerekmektedir. Vahiy Kitabı’nda altıncı kase hükmünden sonra sahte teslisi oluşturan her bir varlıktan çıkacak üç şeytani ruhun dünyanın her tarafını dolaşarak pek çok kralı son savaşa katılmaları için Armageddon denilen bölgeye çağıracağı anlatılmaktadır (Vahiy, 16:14-16). Bu savaşta ya Doğu krallığı ya da Deccal’dan yana olmak üzere dünyada bulunan herkes taraf olacaktır. Dünyanın bütün orduları Ortadoğu’da üçüncü dünya savaşı, yani Armageddon için toplanacaklardır.

Armageddon Savaşı’nın ardından yedinci melek yedinci kaseyi işleme koyacaktır. Yedinci kasenin dökülmesiyle yeryüzünde daha önceden hiç görülmemiş ve bütün olarak gezegeni sarsan bir deprem olacak, “büyük kent”, yani Kudüs üçe bölünecek ve dünyanın geri kalanı yerle bir olacaktır. Ardından bütün adalar ve dağlar yok olacak ve insanların üzerine gökten ağır dolu kütleleri yağacaktır (Vahiy 16:21).

KAYNAK: Büşra ELMAS’in 2017 yilinda hazirladigi Yüksek Linas Tezidir. Burada yazili kehanetlerin içinde bulunduğumuz zamanda gerçekleşebileceği iddia edilmektedir.

@Muri4K

Nach oben scrollen